Wednesday, July 30, 2014

Sabahçı Kahvesi*

In Treatment - Sezon 1- Alex
Bu sıcaklarda insanın ciddi kararlar alması çok yanlış. Sıcaklığın eriştiği santigrata ve battal boy nem seviyesine derece bile şaşmışken beyni hoşaf ya da jöle olup illa da billa da şunu yapıcam diye tutturanları tespit eden ve durduran bir tim olmalı. Misal V For Vendetta'daki V ya da Evey'in ya da Aeon Flux'un kostümlerini giymiş fütüristik, distopik, distonik bir tim. Şahsen ben dün hava durumunu göz ardı ederek hayatımda yolunda gitmediğini düşündüğüm noktalara odaklanmak suretiyle beyincik ve omurilik pörtlemesi yaşadım ve anksiyete nöbeti kapsamında günün 1 saat kadarını zara adlı mağazanın prova odasında geçirdim, düzensiz nefes alıp sucuk gibi terleyerek...
Hasbelkader karar almışlar varsa da bu kararlar işkence altında imzalatılan düzmece itiraf belgeleri gibi geçerli sayılmamalı.
Anlayacağınız üzere sıcaklarla başım dertte.
Size bir önceki yazımda, bir sonraki yazımda sözedeceğimi söylediğim diziler üstü, diziler ötesi, sürdizi In Treatment (Terapide) adlı dizideki Gabriel Byrne'ün canlandırdığı terapist Paul Weston olsaydı birkaç zekice soruyla esas derdimin sıcaklar olmadığını, alt metinde hayatımın işletim sistemini değiştirecek oluşum olduğunu bana söylettirirdi.
Dizinin orjinali 2005'te İsrail'de çekiliyor. HBO ABD'ye senaryoyu bire bir taşıyor. Her bölüm 25 dakika ve sadece tek mekan bir odada, terapi seansında geçiyor. Ne bir flashback (geri dönüş) ne bir flashforward (ileri zıplayış). Sadece o an; danışanların anlattıkları, anlatamadıkları, terapistin anladıkları, anlama çabaları...
Muhteşem oyunculuklar! Büyüleyici, yıkıcı, sarsıcı, nefes kesici hikayeler... Terapi odasındaki koltuğa mıhlanmış karakterler gibi siz de bulunduğunuz odadaki koltuğa yapışıp kalıyor, bir müddet kıpırdayamıyorsunuz.
Ertesi gün bir türlü bulamadığınız içinizdeki belli belirsiz huzursuzluğun sebebi belki de dizideki danışanların anlattığı hikayelerin bir benzerini ve hatta benzemeyenini yıllar yıllar evvel yaşamış ama bir daha hatırlamamak üzere bilincinizin yedi kat altına gömmüş olmanızdır. Ve yine aynı şekilde su gibi terlemenizin sebebi de şu kahrolası sıcaklardır...
In Treatment - Terapist Paul
(*)Ferdi Tayfur'un bir şarkısı. Nedense dizide içsel yolculuklarına çıkmış karakterler beni bu şarkıya götürdü. 2 sallasak sebebi çıkar da ortaya. Aman o da eksik kalsın...

http://www.youtube.com/watch?v=Eel474oyilA

Tuesday, July 29, 2014

Küresel Isınmış Bir Beynin Potpori Denemesi

Mafalda
Anacım bu sıcaklar beni yedi yedi bitirdi. 4 kişilik bir ailenin aylık dopamin ihtiyacını 1 günde almama rağmen halsizlik diz boyunu çoktan aştı. Diyelim ki biz büyükler bi şekil yırttık, çocuklar napacaklar bilemiyorum anacıklarım küresel dediğimiz bu ısınma sorunsalı karşısında. Açık Radyo'da Ömer Madra dinleyenler bir 10, bilemedin 20 gün sonra tıp literatürüne Madra sendromu olarak geçen bir rahatsızlığa yakalanmakta, haftanın 7 günü 5 vakit teyemmüm yaparak alternatif yaşam ünitesi kurmaya çabalamakta ve balataları sıyırmaktadırlar.
Devlet büyüklerimiz bu konuyu değerlendirip bir çözüm şeması çiziyorlardır diye umuyorum, dermişim.
Bu yazımda size potpori yapmak istiyorum. Evet ilki küresel ısınma sonucu ayvayı afiyetle yiyecek oluşumuzdu.
İkinci olarak Şerefnur'un evinde, mutfaktaki tahta dolabın üstünde aylardır duran 2 adet tüp şeklindeki çokokremin önce birini, bir müddet sonra da ikincisini çalarak hüpletmemden söz etmek istiyorum. Bir Ocean Eleven olamıyorum madem şu çokokremi araklayıp mideye yollayım da elim paslanmasın. 
Bu gereksiz hırkızlık eyleminin ardından 2 gün evvel de gereksiz yere söylediğim son derece gereksiz bir yalan çot diye ortaya çıktı. Şöyle ki yakın çevremin haklı olarak durdurmaya çalıştığı, benimse yapmaktan kendimi alamadığım bir alışveriş icraatına daha koyulmuşken Füsun beni aramış ama yoğun konsantrasyon gerektiren bir iş yaptığım için telefonu duymamışım. Bir müddet sonra Füsun'un 2 cevapsız çağrısını görüp geri aradım ve alışverişteyim demeye çekinerek sinemada olduğumu, o nedenle telefonu açamadığımı söyledim. Çok değil 1 gün sonra bizim evin balkonununda sigara içerek muhabbet ederken Füsun'la, aile reisi Ömer Kavur geldi yanımıza. Füsun da Ömer'i görür görmez, 24 saattir bu anı bekliyormuşcasına "Dün hangi filme gittiniz?" diye sordu. Ömer filme falan gitmedik derken 5 yaş seviyesinde söylediğim bu yalanla bir renkten çıkıp diğerine girdim. Paramla rezil oldum bir nevi.
Neden acaba ana sınıfı seviyesinde hırsızlığa soyunmakta ve yalan söylemekteyim? Bir kısım psikolog bu sorunun yanıtını bulmaya çalışırken ben de size aşmış bir diziden söz etmek istiyorum. Ama şimdi değil. Yarın.
Ha bu arada Emre dedi ki "İnsanlar 3'e ayrılır: Başarı odaklılar, Güç odaklılar ve Sevgi odaklılar." Sevgi pıtırcığı oyun evi sahibi ben Ezguita'nın hangi gruba girdiği çok ama çok açık. Ama aslında içimde bastırılmış bir Death Proof yatıyor. Acaba bu cibilliyetsiz hırsızlık ve yalancılık girişilerimle ufaktan ufaktan Black Mamba mı olmaya çalışıyorum? Ayrıca duyduk duymadık demeyin eski bonus kafa Mafalda saçlarıma geri dönüyorum.

Unutmadan ekliyorum; herkeşin bayramı mübarek olsun.


Mafalda

Sunday, July 20, 2014

Vakit Tamam Seni Terkediyorum

Bu defa ilk olarak başlığı yazdım.
Bilenler bilir. Ahmet Kaya'nın damardan alınan, böğür delen şarkılarındandır; Vakit Tamam Seni Terkediyorum.
Ahmet Kaya ise bu topraklarda yaşamış milyonlar arasında en en en en çok sevdiğim insanlardan biridir. Ahmet Kaya'nın varlığı bizlere armağandır. Bilenler bilmeyenlere söylesin.
...
Bazı insanlar koltuklarına, sandalyelerine, sevgililerine, sevgili kurulu düzenlerine çok bağlıdırlar. Evlerindeki toz parçacıkları yer değiştirdiğinde bile huzurları kaçar. Her hafta meyveyi aynı manavdan, eti aynı kasaptan alırlar, otobüs durağına aynı yoldan giderler. Her yıl aynı tarihlerde tatile çıkar ve aynı tatil köyünde tatillerini yaparlar.
...
Sevgili minik kuzucuklar bir süredir bendeniz Ezguita kafası birtakım çabalar içerisindeydim. Bir kısım medya bunu kanının son damlasına kadar statükoyu korumak için savaşan, kötücül bir hırs olarak yorumlayabilir ya da beni japon yapıştırıcısına benzetebilir. Ve hatta bir bakmışsın Memento olmuşum, bir bakmışsın Deniz Yıldızı Patrick... Suyum çoktan ısınmış, fokur fokur kaynamakta aslında. Hala neyin peşinde bu kız Allah aşkına?

Ne yazık ki ben bu yorumlara iştirak edemeyeceğim. Aksine yüksek müsadenizle kendimi takdir edeceğim. Ben bile kendimin bu kadar güçlü ve mücadeleci olabileceğini bilmezdim. Neyin peşinde miydim? Heyete girdiğim Kartal Devlet Hastanesi'nde çotonk diye karşıma çıkan aşağıdaki fotoğrafta bahsi geçen konu olabilir mi, en öncelikli sebebi?
...
Ama artık bana iyi gelmesi gereken beni daha da yorar oldu, gsm operatörüyle birlikteliğimizin sonuna gelmek de kaçınılmaz. Vakit tamam. Lütfen şimdi koltuklarımızı dik konuma getirelim ve kemerlerimizi bağlayalım.
Bundan kelli önümüzdeki maçlara bakalım.





Wednesday, July 16, 2014

Bir Kurumsal Gider Bir Marjinal Gelir, Neticede Elimi Sallasam Ellisi

Bir süredir yazmayı savsakladım. Tam tamına 12 günden beri. 12 gün önce diyete başladım. Savsaklamanın bir sebebi bu safi irade gerektiren, baştan aşağı disipline kesmiş rejim mevzusu olmalı. Bu mevzunun cılkı çıktı gerçi. Neredeyse bi 3 yıldır dilime pelesenk oldu. Valla başta annem olmak üzere yakın çevreme Allah sabır versin; günde 8 kere çok şişmanım, hapishaneden çıkmış Deniz Seki gibi oldum diye diye beyin hücrelerini didikledim zatı muhteremlerin. Millet 5er 10ar verirken kiloları ben labne peynire dayadım dilimi, dimağımı.  Pasta böreğe dadandım; artırdım yağ oranımı... Gel gör ki Şekercioğlu kına festivalinde tüm yenmemesi gereken şekerli, unlu, yağlı mamül ne varsa o kadar çok yedim ki yeme eyleminden tiksindim, o geceyi jübile gecem ilan ettim! Bu mudur? Budur! Zaman kuş kadar yiyip dünyaları yemiş gibi davranma zamanı. Bu, bir.
...
Bir süredir bilgisayarın başına oturamıyorum yazmak için. İçim sıkılıyor. Evlilik yıldönümümüzü Ömer, ben ve Bay Densiz'den mürekkep 3 kişi Ömer Kavur Dükkanı'nda* kutladığımız o embeloz geceden beri. Patavatsızlık ve görgüsüzlük ve küçük hesaplar... Bu alt kalemler bir araya gelince pamuk ipliğine bağlı olan bazı ilişkiler, angajmanlar, organzeler çata pata kopmaya başladı. Mavi gözlü kem bakışlı birinin nazarı değdi sanki, onca zahmetle, eziyetle kurulan diplomatik ilişkiler, özel sağlık sigorta ünitesi ve ekmek teknesi dantel masa örtüsünün ilmek ilmek sökülmesi, az evvel tamamladığın 1000 parçalık puzzle'ın elinden kayıp salonun halısına dağılması gibi koptu gitti. Adeta kurumsal varlığım kalp krizi geçirdi; 2 dk önce burdaydı, şimdi yok. Zaman ilerledikçe bir gizem perdesinin ardında kalan gerçekler bir bir açığa çıkacak ve herkeş anlayacak Baby Jane'e aslında ne olduğunu.** Bu, iki.

Mektubuma burada çatonk diye son verirken sizleri eli boş ve omuzları çökük göndermek istemiyorum ve yanlış erkeklerle zaman ve enerji kaybeden, salya sümük ya da eğik bükük olmuş tüm kadınlara sesleniyorum. Hadi hep beraber:
DAM DAM DAM DUDI DUDI DAM DAM
U R DANGEROUS 2 ME

http://www.youtube.com/watch?v=IN59gdPEBSQ

(*)Bunu daha önce nasıl düşünemedim; Ömer'in takma ismi bundan böyle Ömer Kavur! Hem Anayurt Oteli'yle saygı ve sevgi beslediğim, 2005'te 60 yaşında yitirdiğimiz yönetmen Ömer Kavur'a gönderme. Hem de Kavur Ömer Kavur:)

(**)1962 yapımı Whatever Happened To BabyJane adlı filme gönderme. imdb puanı: 8.1 desem yeterli olur herhalde.


BabyJane de bir nevi Dunganga