Monday, December 6, 2021

Hava Kapalı Ama Akalım*



Hava kapalı. Ardından “ama akalım” diyecek, Ben Fero gibi arkadaşlarımızı da büyük şehirlerde bıraktık. Emlak fiyatlarındaki artışta açık ara farkla birinci gelen ilimizin bu güz’ide kasabasında dımdızlak kaldık mı kaldık. Hava kapalı ve ben sı-kıl-dım! Seda olsaydı “İçime öküz oturdu” derdi ve sigara molasına çıkardı...


Hayatım boyunca hep o öküz hep bu böğrüme oturdu. İlkokuldayken, havanın yine böyle kapalı olduğu bir pazar günü karşılaştım o öküzle ilk. Gündüz bile karanlık olmasından mütevellit gün boyu beyaz floresan ışığın yandığı, etrafı kesif bir banyo ve ütü kokusunun sardığı evimizde, o yıllarda herkesin oturma odasının olmazsa olmazı çekyata uzanmış, bir elim çekyatın kahverengi, bej renklerindeki küçük baklava desenlerinde, diğer elim kalbimin üzerinde, ne yapsam, ne yapsam diye düşünürken ilk kez hissettim o sıkıntıyı. O pazar ve ondan sonraki pazar ve ondan sonraki pazarlar; sabahları TRT 1’de western filmlerinin peşi sıra Hikmet Şimşek yönetimindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın icra ettiği konserlerin yayınlandığı…


Derken yıllar geçti ve pazar sıkıntısına yeni bir sıkıntı daha eklendi: bayram gezmesi sıkıntısı. Bayram gezmelerinin önde gideni, bayrak sallayanı babam istisnasız her bayram büyüklerinin elini öpme arzusuyla yanıp tutuşarak, yaz, kış, kavurucu güneş, yağmur, çamur, sokaklar leş dinlemez, gıcır takım elbiselerini giyer ve soluğu Bayraklı’da oturan Necmiye Teyzeler’de alırdı; hemi de iki otobüs, iki minibüs yol teperek. Soluğu alırdı ama hızını alamaz; hop Bayraklı’dan bu kez Balçova’da oturan dayımlara giderdi. Tabi ki belediye otobüsleriyle yine. Ölümcül durumlar hariç taksinin tutulmadığı yıllar. Sadece annemle ikisi gitse gene iyi. Kat’i surette benim de onlara eşlik etmemi zorunlu kılar, bu yolda zinhar nuh der, peygamber demez, beni de peşine takardı. Babamın el öpme sevdası yüzünden uzaktan kumandasız televizyonlarımızda bayramdan bayrama yayınlanan Hababam Sınıfı’ndan mahrum ve hanım hanımcık ve bir o kadar da sıkıcı bayram gezmesi sohbetlerine maruz kalırdım.


Derken yıllar geçti, televizyonlara uzaktan kumandalar eklendi, yayınlar renklendi. Bizimkiler öğretmen maaşlarıyla borç, harç bir ev aldılar Buca Cezaevi’nin yan sokağında. O zamanlar şehrin dışı sayılırdı oralar, öyle ki caddeden on dakikada bir araba geçerdi ortalama. Evi alıp da sıfırı tükettiğimiz için yaz gelince her sene Çubucak orman kampında çadır kurarak geçirdiğimiz tatile gidemedik ve yaz tatili sıkıntısıyla tanıştım böylece. Başka zaman olsa bir çırpıda geçiveren o iki ay boyunca zaman adeta durdu ve ben koskoca iki ayı eski evden getirdiğimiz kahverengi bej pöti baklava desenli, emektar çekyatla bütünleşip kırk küsur kitap okuyarak ve Güneşin Oğlu Esteban, Şirinler, He man… artık Allah ne verdiyse, televizyondaki tüm çizgi filmleri izleyerek geçirdim. Sıkıntıdan kurdeşen döktüm ve içime oturan öküzü kovma umuduyla arada balkona çıkıp ıssız sokaklara baktım.


Derken yıllar geçti; ben büyüdükçe sıkıntılar da büyüdü. Aralarına yenileri eklendi; saatlerce köprü trafiğinde kalma, doktorda sıra bekleme, ofiste 9-6 zaman öldürme vesaire. Ama zamanla panik ve tasa içinde o öküzü kovalamaya çalışıp durmak yerine onunla sohbet etmeyi, dertleşmeyi öğrendim; onu buyur etmeyi ve hatta günümüzün pek moda tabiriyle ‘affetmeyi’. Eee sayın hojam 32 saatte Yaşam Koçluğu Eğitimi’ni başarılı bir şekilde tamamlayıp sertifika almayı hakettim mi?


*Ben Fero’nun Demet Akalın adlı şarkısının başlangıç sözleri.