Monday, September 26, 2016

Sanal Zamanlarda Derbeder Olmak

Valla ne yalan söyleyeyim memleketimin insanı olmak zor. Bu konuyla ilgili nadide ve nadire gözlemlerimi ve düşüncelerimi her türlü kamusal alanda sunmaktayım, sunacağım. 
Geçen gün Optimum Outlet'in önündeki üst geçitin ortasında durup keşmekeş E5'e baktım. Evimiz, işimiz, okulumuz, parkımız, hastanemiz, pastanemiz, içimiz, dışımız her yanımız keşmekeş. Akademik insanlarımız teoride ve sayılarda boğulmuş, köşe yazarlarımız medya filtrelerine takılmamak için incelerek yok olmuş, sokaktaki vatandaş beynini otobüste, parkta oturduğu güneşin alnındaki bankta unutmuş. 
Kalbini ise sanal dünyada.
Esosyal olmayı gerçek sanmış, asosyal olmuş.
Evet doğru ben sanki çok mu iyiyim? Kullandığım post-premodern zamanlar baş filozofu diline bakılırsa benim de ayarım bozuk, lodosum tutmuş. 
Son zamanlarda yaptıklarına baka baka celladın, ben de bir torba zırvaladım.

Hem her ne kadar bu gaflet ve habaset içinde kedere düşsem, duvara tutuna tutuna gitsem de tez vakitte narsist, egosantrik ve de zır ve kör cahil yerli dizi kadın modeli dünyasından çıkıp Woody Allen tiplemesi ve de baş müptelası "Deconstructing Ezgi", özgün çevirimle "Bıdı bıdıcı Ezgi" karakterime geri dönüyorum. 

Ve gelsin ilk bıdıbıdım; sanal zamanlarda insan olmak iyiden iyiye zorlaştı. Hatırlıyorum bende de vardı; cool görünmek adına duygularını hafife alıyorum zannederken bastırmak, insandan robota doğru bir adım atmak. Ve sonraaaa aniden bu ziyaretin amacını aşması, yüreğinin sana karşı çıkması ve de olanın olması, artçıların aslından da şiddetli vurması. Sanal zamanların kartalları, kuzuları, önce insanı anlamak ve birlikte insan olmak için Engin Geçtan'ın "İnsan Olmak" kitabını okuyalım. Ve hatta pazar kahvaltıları, öğle araları, Kraliçe Elizabeth ya da köşedeki lokmacı Şükran Abla ile ikindi çayında kitap hakkında konuşalım, tartışalım. Ya bu dileğin bile ütopyaya dönüşmesi gerçekten ziyadesiyle ürkütücü. 

Daha ne olsun Tacettin; tüm bunların üstüne kış da geliyor olmasın mı? Bilirsin o gelirken eli boş gelmez; depresyon hırkasını da değil sadece, yatağını, yorganını, yastığını, çarşafını, nevresim takımını da beraberinde getirir. Ve hatta yatak odasına da yerleşmez, doğrudan pijamalarını giyer, grip gibi salona, salonun da en güzel koltuğuna kurulur, gün boyu televizyon izler, gece boyu da holün ışığı açık horlaya hırlaya uyur, uyuklar. İşte bu manzara karşısında bizim de sinirler bir gerilir, bir gevşer, espri "tarzımız" MFÖ'den ortadaki harfe dönüşür, oynatmamıza az kalır, doktorum nerde türküsüne başlarız.

Hani Türk filmlerinde olur ya.
Hani bakar dalarsın ya guruba*. Bana da öyle bak kulun olayım. Ay aman.

Hazır aklıma gelmişken; depresyona en güzel ilaç; Gupse'yi sevmek:

https://www.instagram.com/p/BG7nP6kFq_A/?taken-by=gupseo


*Grup? Grup değil gı, gurup yani gün batımı.