Tuesday, September 23, 2014

Hayatımız Sitcom Tam Gaz Devam!


Evetttt saygıdeğer Lady Gaga dostları, bugün burada hep birlikte 60. yazımı kutluyoruz. 

Dün değil evvelsi gün tersoya bağlamadığı sürece sevimli ve kibar ve çalışkan ve güvenilir ve yakışıklı baristamız Burak'ın doğumgünüydü. Şampanya patlatacaktık bahçede. Dahası da var; bütün gün Gürkan'ı arayıp durdum, şampanya patlama işlemi için 2 manken mi getirtsek diye soracaktım; Burak'ın hoşuna gider miydi? gibisinden gereksiz bir soru. Yalnız öncesinde Gürkan'la yapacağım konuşmanın denemelerini yaptım aynanın karşısında kendi kendime. Çünkü minimal konuşarak maksimum bilgiyi almalıydım; Gürkan'nın günlük sözcük kotasını aşmadan. 
Sadede gelirsek şampanya işi yalan oldu; Burak'a ailesi el koydu ve bir elinden babası, bir elinden annesi tutup yemeğe götürdüler çocuğu.

İşte o gün patlatamayıp da elimizde kalan şampanyayı 60. sayımızın, sayfamızın şerefine patlatıyoruz. Dom Perignon. Boru değil.

Ve hep birlikte şu şarkıda dans ediyoruz, bak etmezsen ben de senin düğününde oynamam.

http://www.youtube.com/watch?v=W_M8dDMnGyY

You said take me home (Beni eve götür dedin)
I said Dom Perignon (Şampanya patlatalım dedim ben de)

Burakcım sana doğumgününde dans etmeleri için klipteki kızları ayarlamıştık, artık kısmet değilmiş. Hatta Datça'dan Baha da geliyordu, inanır mısın? Baha senden ziyade kızları duyunca apar topar aldı uçak biletini ama acı haber tez duyulur derler ya, uçağa binmeden havalimanından geri döndü Allahtan. Yoksa adana, urfa, beyti döner olsun, pide olsun yüksek kolestorol bazlı beslenme şekline erken geçiş yapacaktı.

Lady Gaga dostları sizlere sesleniyorum; en başta konsere giderken kampüste önümde yürüyen, alenen ve beni bile hayretlere düşüren jartiyerle konsere gelen genç kadın seni cesaretinden dolayı takdir ediyorum. Lütfen safları sıklaştırın, ben gizliden destek vericem.

Son söz: Sonbaharın gelişiyle How I found CoffeeNutzLAB- Sezon 2 çekimleri başladı. 2. sezon ilk bölüm 10 Ekim'de HBO'da. Cnbc-e çevirisini Nurper, korsan çeviriyi de Nazo2 yapacak.

Biz de bir Barney, bir Robin, bir Marshall değil miyiz? Sana soruyorum Baha.

Not: Yazılarımı ilk okuyan ve redakte eden Elif'e ve ikinci okuyan ve redakte eden İpek'e çok teşekkür ederim.

Ay lev yu gays!

Thursday, September 18, 2014

Barton Fink Sendromu - Bölüm 2

Oh be şükür amcam kızmadı dün yazdıklarıma. Yazar olmak zormuş; yazılarında sözünü ettiğin kişi bir Angelina Jolie olsun, bilemedin bir Zeki Kubuzdemir olsun, nasıl olsa seni tanımaz etmez, hem yazını nerde bulup da okuyacak, okusa bile ciddiye almaz ki salla sallayabildiğin kadar, at tut, şöyle gerzek, böyle yeteneksiz vs. diye. Ama non-celebrity (sıradan vatandaş) bir insan olarak eşinden dostundan, komşundan, iş arkadaşından yani diğer bir non-celebrity'den bahsederken iş zor(muş). Alınanı, güceneni var. Sen gülelim diye yapıyosun oysa. Nadiren laf sokasın da oluyo tabi ama eser miktarda.
Şimdi bir değişiklik yapıp 2 insana alenen laf söylücem.
İlki geçen günkü yazıma negatif yorum yazan M.Ö. 273 yılından beri görmediğim, konuşmadığım, iletişimimizin tamamen koptuğu bir ex-arkadaş. Anacım feysbukta evlenmişim görmüşsün, anne olmuşum görmüşsün, gülmüşüm görmüşsün, üzülmüşüm görmüşsün. Ağzını açıp da bir tebrik, bir tebessüm etmemişsin. Ağzından güzel bir tanecik söz çıkmamış. Derken bir gün gelmiş, bıçak açmayan ağzından şöyle kötü, böyle olmamış minvalinde sözcükler dökülmüş. Sen şimdi eleştiriyi kaldıramamak olarak yorumlarsın ama benimkisi "güzel bir çift laf etmekten imtina etmeye" kıl olmak.
Bir diğer konu ise (kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla) feysbuk ve instagrama koyulan çoluk, çocuk, ebegümeci, madımak fotoğrafı sayısına günlük kota getirilmesi. Mevzuyu daha da uzatmıyorum. Kendi düşen ağlamaz.
Ve dün bahsettiğim konuya bakın nasıl bağlanıyorum. Hani ilk paragrafta celebrity (ünlü) bir kişi, onun hakkında yazsan da sallamaz dedim ya. Bu grup içinde bazı istisnalar var. Çok ünlü olup da alçakgönüllü olan, kibirli olmayan. Kendini senden ayırmayan.
İşte 16 Eylül günü nadide bir arkadaşın son dakika sürpriziyle İtü Maslak kampüsünde izleme şerefine nail olduğum kişi ziyadesiyle şanı, şöhreti, fanı, hayranı, kabiliyeti, zihinsel kapasitesi olmasına rağmen şişmemiş bir egosu olan Lady Gaga'ydı. Bloguma geri dönmek için gereken enerjiyi veren zincirin son halkasıydı aynı zamanda.
Bazen naif, bazen marjinal, bazen militan ama her daim içten tavırları, sözleriyle beni uçurdu. "Tonight we celebrate here acceptance, tolarance and love; Bu gece burada kabulü, hoşgörüyü ve sevgiyi kutluyoruz" diyen Lady Gaga, beni Mevlana'ya götürdü:

"Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi,
İster puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz,
Şu tertemiz tarlaya sevgiden başka bir tohum ekmeyiz biz...
Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir."

Kim ki hiçbir çıkar gütmeksizin, dürüstçe hoşgörüden, farklı olanı kabülden söz ediyorsa elime mum dikebilir. 
Kasvetim dağıldı benim; Hey Barton Fink çekilebilirsin ya da kalıp şovu izlersin.


Wednesday, September 17, 2014

Barton Fink sendromu - Bölüm 1

Sevgili uğur böcükleri,
Bir süredir tıp literatüründe Barton Fink* ya da Charlie Kaufmann** sendromu olarak geçen hastalığa yakalanmış vaziyetteyim. Kimdir bu sendroma adını veren zatı muhteremler? Barton Fink adından da anlayacağınız üzere Hollywood mecralarında fink oraya fink buraya gezip tozarak vakit öldüren, enerjisini boş yere tüketen yazar olup senaryo kapma heveslisi görünümlü şımarık bir mirasyedidir. Yok gız salladım; tam tersi çok yetenekli ve son derece naif bu genç tamamen box office rakamlarına endekslenmiş, klişelerle dolu, yaratıcılığı öldüren vahşi Hollywood ortamına ayak uyduramamakta, "ama haksızlık bu" diyerek dolanan civciv Calimero edasıyla ortalıkta gezinmektedir. Hollywood'un astığım astık kestiğim kestik kuralları Barton Calimero Fink'i yaratım krizine sokmaktadır. Boş sayfalara boş boş bakmaktadır...

Bir diğer yaratamamanın eşiğindeki Hollywood yazarı Kaufmann'ın durumu da kötüdür; bu göbekli, iri kıyım arkadaş ise şizofreniye bağlamıştır; ruhunu satıp ticari filmlere mi imza atsın, yoksa fakir ama onurlu mu yaşasın karar verememekte, birinden ötekine salınmaktadır...
Ben yapılan tetkiklerde Barton Fink sendromu çıktım. Ve kafayı dağıtmak, istirahat etmek için Ege sahillerine gönderildim. Aile fertlerinin bazı sabote edici davranışlarına rağmen bir miktar rahatlayabildim. Ve hatta Deniz Seki'nin kol çapına erişmeme birkaç milim kalmışken beni gören amcam 11 dev adamın antrenörüymüşcesine olaya el attı, beni rejime soktu. Paralelde insana ana rahmindeki huzuru hissettiren Ege sularında attığım kulaçlar ve seksi, enerjik, bombastik reggaeton şarkıları*** eşliğinde salladığım elmalar, kavunlar işe yaradı; tastamam 3 kilo verdim. Şeytanın bacağını kırmıştım en sonunda. Aradan bir iki gün geçti geçmedi şeytanı gördüm sokağın başında, ayağı alçıda. Mahallenin köpeklerini toplamış, fısıltıyla birşeyler anlatıyordu. Çok geçmeden çıktı kokusu; Amcam "arabam" dediği bisikletinin tepesinde çarşıya inerken mamahallelinin dost diye bildiği köpekleri amcama saldırdı ve içlerinden en andavalı amcamın poposunu ısırdı. Şeytan öcünü yaşam koçu amcamdan almıştı.****
Diyeceğim o ki bu tatil bana yaradı. Ama rejim ve reggaeton ve amcamla oluşturduğumuz voltrana bir halka daha eklenmesi gerekiyormuş tekrar yazabilmem için. Peki kimdi bu zincirin son halkası?

AZ SONRA...

*Coen Biraderlerin 1991 yapımı filmi
** Spike Jonze'un 2002 yapımı filmi
***İnsanı pıt atmışcasına uçuran bu şarkılara bir örnek vermek istiyorum: 

http://www.youtube.com/watch?v=e6_uyho-wnI

****Malesef bu olay gerçekten yaşanmıştır. Ama aşılarını yaptıran amcam çok şükür kudurmadı. Yalnız ben olayı ifşa ettiğim için muhtemelen şu an sinirden deliye döndü. ay lav yu Mr. Tinti:)

Ben ufaktan kaçayım iyisi mi.