Saturday, January 25, 2014

Everyday I'm shuffling!


Şu an hem gözlerimden uyku akıyor hem de kupkuru bir öksürük krizindeyim. Bu saate kalmak istemiyordum siz 75 milyona seslenmek için ama kadınlarda görülen küçük bir hareketle başlayıp bir türlü kendine engel olamayarak köşede bucakta incik cincik ne varsa düzenleme hastalığına yakalandım ve en nihayet 3-4 saat sonra -tabi ki daha yapacak bir ton şey kalmıştı- yazmak üzere mac'in başına oturdum.
75 milyon dedim ya, televizyonlarda çok sık zikredilen "75 milyon insan şu anda beni, seni, bizi izliyor" tümcesi ne kadar megalomancadır di mi? Programın rating'i illaki bellidir, pazarlama ekiplerinin ellerinde yaklaşık olarak toplam tv seyirci sayısı da vardır illaki. Öyleyse hesaplayın lütfen ortalama bir rakam ve "5,5 milyon insan şu an bu programı izliyor" deyin misal. Kimsin sen kardeşim, arkadaşım, hocam? Bi dakka bakar mısın buraya?
Gün sabah, öğle, akşam olarak ayrılmıştır, bir de gece vardır ya. İşte 24 saatlik bu dilim benim için bir hayli, etraflıca ayrılmış durumda. Sabaha doğru yani tam şu saatlerde dünyada milyonda bir görülen Ezguita çıkıyor ortaya. İşte tam bu sebepten nefret ediyorum bu sabah saatlerinden! Yaşasın 5 çayı! Oysa sabahların bir anlamı olmalı.(*) 
Öğlen gibi zikir töreninden çıkan Ezguita sıradan bir insana dönüşüyor ve oğluyla rahat rahat oynuyor. Bugün de öğlen itibariyle Güneyto ile kudur Allah kudurduk. Sonra akşam oldu ve o zıvanadan çıktı. Bunun üzerine hemen uzay gemisiyle Anane gezegenine yollandı. Bense limit aşımına girmeden kudurmaya devam ettim. Dj Ezgi listesinde shuffle düğmesine bastım ve evrenin enerjisi beni nereye götürdü bakın:
İlk şarkı 80'lerde henüz ingilizce şarkı sözlerini bir güzel sallayan, "yabancı müzik" hastası bir çocukken dinlediğim Amerikalı jazz, R&B, funk, disco grubu Kool & the Gang'den Fresh. "She's fresh, exciting" olan nakaratı ben "She's fresh, its my name" olarak söylerdim!? Şimdi bile utandım, çok uncool and the gang. Şarkı bu yaşta dinlerken daha da enfes, hemmen o yıllara ışınlanıp ışıl ışıl parlayan taşlı elbiselerden giymek ve disco topu altında dans etmek istiyorum!

http://www.youtube.com/watch?v=sTJ1XwGDcA4

İkinci şarkı 90'lardan geldi; Deniz Arcak'ın muhteşem sesiyle söylediği Eyvallah. Deniz'i tanımasam da biliyorum aynı dünyaların insanı olduğumuzu. Süper yetenek, doğallık, samimiyet ve şişmemiş bir ego. Nadir görülen bir karışım. Ay lav yu Deniz!

http://www.youtube.com/watch?v=wCd2zqXiuQM

Milenyuma henüz girmişken piyasaya sürülmüş tüm zamanların en uçuran şarkılarından biri The Chemical Brothers imzalı Music: Response üçüncü şarkımız. Dili olsa da anlatsa o ve ben neler yaşadık. Nerelere gittik, neler hissettik... 

http://www.youtube.com/watch?v=2p0slINGNNQ

Derken sabah oldu. Sabahlardan nefret ettiğimi söylemiş miydim?

(*)Vega - Bu sabahların bir anlamı olmalı:

http://www.youtube.com/watch?v=WpXMyBk1o_s

Friday, January 24, 2014

C Blog


Yine bir filme gönderme yaparak başlıyorum. Ne çok referans noktam var Tanrım! Filmler, şarkılar, kitaplar... Hiç susmadan 28 saat konuşabilirim! 
Başlıyorum; 1994 yapımı C Blok Zeki Demirkubuz'un ilk çektiği filmdir. İzlemeye kalkarsanız bu ne abuk sabuk filmdir böyle deme olasılığınız yüksek. Konu itibarıyle Luis Bunuel, sinema dili olarak da Kieslowski çakması olduğunu düşünmekteyim. Anlaşıldığı üzere Zeki Kuburdemiz'i pek sevmemekteyim. Ben bi Masumiyet'i bilirim, o kadar. Bu usta yönetmenlerin küçük bir parmak dokunuşuyla açtıkları kapıyı şahsen kendisi gümbür gümbür yumruklamakta, tekmelemekte ve azıcık aralanan kapıdan zar zor girmeye çalışmaktadır. 
Ne kadar rahat sallıyorum, yüzüne karşı söyle deseler asla söyleyemem. 10 katını bana söyler, mosmor olur korkarım.
Ben NBC'ciyim. Koza ile başlayan yolculuk Üç Maymun'la zirveye ulaşmıştı derken Bir Zamanlar Anadolu'da geldi. O neydi allasen? Tüyler ürperten, nefes kesen, 4göz izlenen bir başyapıt. Misal muhtarın kızının çay ikram ettiği sahne sinema tarihinin unutulmazları arasına kafadan girdi.
Bir de Gökhan Tiryaki var, görüntü yönetmeni olarak. Tam bir yetenek abidesi olan bu muhterem zat İklimler, Üç Maymun, Bir Zamanlar Anadolu'da da NBC ile çalışmıştır. Tıpkı Wong Kar Wai & Christopher Doyle ikilisi gibi efsane sahneler, filmler çıkmıştır ortaya. Neticede bir artı bir; iki dahi, iki jedi, iki elf, iki avatar... 
Ben böyle oradan oraya atlaya zıplaya konuşurum, uykusu gelen yatsın uyusun.

Bugün antipatikliyim, asabiyim, kill bill'im.
Dilek olay
Dile kolay

p.s. skor değişmedi, benim birinci.

Thursday, January 23, 2014

Alp soruyorsa bir bildiği vardır, di mi?

Paul Klee - Dancing Girl
Eveeeet blog ismini yanlış yazmışım. Blogger'daki çift g yanılttı beni; boggie değil boogie olması gerekiyordu. Ve öyle duyurusunu falan yapmışım, bakıp bakıp farketmemişim. Tıpkı dişinin arasında maydonozla gezmek, hatta kohkidikoh gülmek gibi, ta ki birisi söyleyene ya da tuvalet aynasında kendin görene dek. Bir de artist artist "Akşama söylerim" diyorum Alp'e ve hafif de sırıtıyorum... Neyse herkeş hata yapabilir.
Şimdi blogun adı daha manalı oldu ama yazarın üst ve alt metinde ne demek istediğini tam olarak açıklayalım; Ezguita burada 1997 Paul Thomas Anderson imzalı kült film Boogie Nights'a direkt gönderme yapıyor ancak esas anlatmak istediği ile filmin konusu arasında hiçbir alaka yok; en azından bilinç seviyesinde:) Freudyen terapistler bin tane anlam çıkarırlar bundan da ben son karar olarak ilgisi yok diyorum.
Ezguita'nın burada kastettiği asi kas gruplarının kafalarına estiği gibi sergilediği hareketlerin tıpkı boogie yapar, daha anlaşılır ifadeyle dans eder gibi olmasıdır. 99 ise onu adeta trainspotting karakterine dönüştüren ruhlara ve bedenlere zarar ilaçlardan kurtulması için verilen süredir. 
Ayrıca yeni aklıma geldi; boogie'yi aramış zargan'da bulamamıştım. Sözcüğü doğru yazmaya gayret etmişim biraz da olsa.

Gelelim bugünkü maçın skoruna:
Ativan İdman Yurdu: 2
Ezguita: 0

"Yine ben kazandım. Ben birinciyim yine. O bilemedi ki."
Soru 1: Yazar bu paragrafta neye gönderme yapmaktadır?

Esra bir keresinde sinemada coming soon yazısını görünce komik çocuk demişti. Nedense onu hatırladım.











Wednesday, January 22, 2014

everyday and in everyway i am getting better better and better

Söz ve müzik Demir Demirkan...
Şarkı gibi değil mi? Güne böyle başlamalı. Böyle başlamaya başladım ben. Ama her gün böyle yapmalı. 40 kere söylersen olurmuş. 40 bin kere söylersen Yoda olunurmuş.
Dün "Ben yattım, arkası yarın" diye havalı bir iyi geceler öpücüğü vermiştim ya size, (siz kim? Şimdilik facebook'ta blog adresini verdiğim 'durum güncellemesini' beğenerek kimliğini ifşa etmiş 12 kutsal kişi, 12 havari diyebiliriz) sonrasında öyle bir uyku kaçması, asi davranışlar sergileyen birtakım kas gruplarının hiç gereği yokken yay gibi gerilmesi sayesinde sabaha kadar gözümü kırpmadım. O nedenle bütün gün zombi gibi dolandım. Ama tüm bu zorlaştırıcı sebeplere rağmen uzun uzun aradan sonra ilk kez günde sadece 2 ativan almayı başardım!
Ha bir de 12 kişi demişken... 12 Kızgın Adam (12 Angry Men) filmini hatırladım. Sinemanın henüz renklenmediği zamanlarda çekilmiş roman kadar derine nüfuz eden bombastik bir filmdir. 
Dün gece sigarasını yakmış, ceketini omzuna atmış travolta gibi cool çekilirken huzurunuzdan, bu gece şehirler arası otobüste ağzı açık uyuya kalmış, başını uyurken iradesi dışında yanında oturan yabancının omzuna yaslamış, geceler öncesinden uykusuz final haftası yorgunu üniversite öğrencisinin mahcubiyetiyle salonunuzdaki tek kişilik koltukta sızıyorum izninizle...
Tatlı rüya. 
İyi gece.

Tuesday, January 21, 2014

ilk gün@dostlarpalas rehabilitasyon merkezi

Bugün kimyasallardan arınma, organik yöntemlerle bedeni ve ruhu yıkama paklama dönemi başladı. Tibet'te yaşıyor gibi bir dağın eteklerinde çimenlerin üzerinde oturduğumu farzettim ve bu hayalle kozyatağı'nda bir dairede, güneyto'nun hiçbir zaman uyumadığı odasının zeminini kaplayan ikea menşeili baykuş halının üzerine uzandım. Günün ilk ışıkları kapalı perdenin hafif aralık kalmış kanatlarından içeri süzülüyordu ve tam o esnada yıllardır birgün bile değişmeyen o sahne yaşanıyordu; kapı komşumuz sabah namazına gitmek üzere asansörün çağrı düğmesine basıyor, akabinde burnumun direğini sızlatan yağlı poğaça kokusunun yayıldığı 20 metre ötedeki pastanenin önüne bizim şirketin servisi yanaşıyordu bip bip sesiyle. Polisiye meraklısı bu ritüelden yarasa kulaklarım ve av köpeği burnum olduğu sonucunu çıkarmıştı bile.
Oysa ki hedefimiz katili bulmak değil, insanı dondurmam gaymak'ın bir cinnete bakar sözleriyle tabir ettiği noktaya getiren distonik kasılmaları bir nebze de olsa önlemek ve hatta sessiz adımlarla ilerleyerek sona erdirmekti. Bu amaçla elime yapışmış, adeta bir uzva dönüşmüş iphone-num'dan indirdiğim "aplikasyonlardan" en çok yıldız alanını seçip meditasyona başladım...
Meğerse yazmayalı Balzac olmuşum; bu kadar betimleme dolu bir girizgah beni bile şaşırttı sayın kimliği belirsiz ya da varolmayan kişiler...
Arkası yarın.
Ben yattım.