Saturday, February 8, 2014

TRT 2: İki film birden

Amaninnnboo
İkidir sinemadan filmin ortasında çıkıyorum. İlki Steve Mcqueen imzalı 12 years Slave'di. Tamamen Bay Smith'in muhteşem hafızasının azizliğine uğrayarak Christian Bale ve Brad Pitt'i izlemek üzere girdik filme! Dakikalar geçti; bu iki yakışıklıdan ne biri göründü, ne öteki. Ama başladı bir şiddet, bir celal! Hayır bu kadar ayrıntılı, uzattıkça uzatarak, ziyadesiyle ballandırarak bir şiddet sahnesi çekmeye ne gerek var? Steve Mcqueen, sorarım sana. Karıştırmayın sakın 1980'de yitirdiğimiz efsane oyuncuyla. Bu, aynı isimde bir yönetmen. Hem de çikolata renkli! Hey Steve, senin adının ilk duyulduğu film The Hunger'ı da (Açlık, 2008) beğenmemiştim. Neyin peşindesin sen ha, "Nigga madıfakı!"? Bizim Fırat tadında çoluğumuz çocuğumuz var, darlandırcan mı onları bakayım sen bu hayatta? Zaten 3 aylık suyumuz kalmış! Yürü git! (Bkz: Bir Kasımpaşalı, bir Eşrefpaşalı edasıyla "film eleştirisi" yapmak)
Nerde kalmıştık? İşte ben eski manitalar Chris ve Brad'i beklerken adam başladı mı bam güm dayak yemeye; gözlerimi kapadım yetmedi, kulaklıklarımı takıp müzik dinledim. O sırada da ayemdibi'den kontrol ettim ve kocişkonun iki işi bir arada yapmaya çalışırken iyice beyninin sulandığını, eski manitaların gelmeyeceğini anlayıp, hem eskileri göremeyecek olmama hem de yenisinin körpe yaşında balataları hafiften yakmasına üzülerek sinema salonunu terk ettim.
Dün akşam da The Perfect Match (TPM, muhteşem ikili) Martin Scorsese ve Leonardo Dicaprio filmi The Wolf of Wall Street'e (Para Avcısı) gittik. İlk 40-50 dakika filmin olağanüstü olduğunu, ne de olsa dahi bir yönetmenin imzasını taşıdığını (aklıma gelmişken, sahi Scorsese, sen ne süper bir yönetmensin, hobbit tipinle aramızdaki "hobbit yönetmen"sin) düşündüm. O tipler, tiplemeler, o diyaloglar, o oyunculuklar neydi öyle? Ağzım, kulaklarım ve gözlerim dört açılmış vaziyette izledim. Derken filmin yansıttığı, anlattığı, gösterdiği dünya öyle çürüdü, öyle zıvanadan çıktı ki ilallah ettim, moralim bozuldu, içime kapandım, dünyaya küstüm ve nihayet ara olunca çıktım. Bay Smith orta boy patlamış mısır almış sinema salonuna dönerken ben de evin yolunu tuttum. Yolda Scorsese'ye şu şarkıyı tutturdum:

Niçin baktın bana öyle?
Derdin varsa durma söyle...(*)


(*): TRT ses sanatçısı Nalan Altınörs'n söylediği bu şarkıyı bulamadım. Ama bakın ne buldum:

http://www.youtube.com/watch?v=HCrCoUsqp74&sns=em

Klip şahane; stüdyo, dekor, kıyafetler, saçlar... tam 80'ler. Ornella Muti gibi bir güzellik Nalan Altınörs. Adeta bir fenomen, bir döneme damgasını vurmuş. Başka bir yazının konusu da bu olsun. Bir de şunlar:

Oh Beyonce, Beyonce
Oh Shakira, Shakira

Thursday, February 6, 2014

Tatlı su balığı, Anne ve Baba

Kramer vs Kramer (1979)
Bu gece pek gülmelik bir gece değil, yazı da olamayacak haliyle. Gene damardan gireceğim. Tatlı su balığı yoğun bakım ünitesinde babasıyla mışıl mışıl uyuyormuş, gelen en son haber bu.
...
Yukarıdaki satırları iki gece önce yazdım. Ama devamını getiremedim o gece. Tatlı su balığı ve Mr. Smith yokken olmadı.
Ne mi oldu? Şımarıklığın doruklarına tırmanmakta olan Güneyto bu çalışma kapsamında bir süredir eline geçen herşeyi yere fırlatmaya başlamıştı. Pazartesi günü bu yatay atış harekatından bendenizin ilaç kutusu da nasibini aldı. Dört bir yana saçılan ilaçlar toplandı ama içlerinden bir tanesi duvar dibine saklanarak gözlerden kaçmayı başardı, tabi sadece büyüklerin gözlerinden. 100 cm.lik boyuyla yere yakın olan, köşe bucak sürünmeye doyamayan minik farenin sürüden kaçan bu kurnaz tableti görmesiyle atmaca gibi üstüne atlaması bir oldu. Peşi sıra acil servis, mide yıkama, önüne geçilemez boyutta uyuma isteği, ambulansla tam teşekküllü başka bir hastaneye sevkiyat, minik bedenini kaplayan kablolar, incecik damarlarından akan serum damlaları, şaşkınlık ve korku dolu saatler geldi.
Mr. Smith, Mrs. Smith'e haddinden fazla kızdı.
Mrs. Smith bu olaydan bir hayli ders aldı.
Anne ve baba, anne ve baba olmak ne zormuş, ufacık bir gözden kaçırmanın, dalgınlığın ne kadar tehlikeli sonuçları olabiliyormuş gördüler.
Peki ya minik fare?
O, sanki bir gün önce bunların hiçbirini yaşamamış gibi. Kaldığı yerden şımarıklık dağının zirvesine tırmanmaya devam ediyor. Deli danalar gibi oradan oraya koşmaya, kendini yerden yere atmaya, sünger bob zekasıyla yaşamaya tam gaz devam! Tatlı su balığı bir gram ders almadı.

Cümleten geçmiş olsun.

Ha bu arada bugünkü skor:
Ativan Köy Hizmetleri:1
Ezguita: 0

Valla bak. Yalanım varsa "Arap" olayım.


Monday, February 3, 2014

Gece, Melek ve Bizim Çocuklar*


Dün gece saat 12 olup da tarih 3 Şubat'a dönmeden yazıyı yazasım vardı ama bu işler nasip kısmet meselesi. Kuzen geldi ve hafta sonu olup bitenler tekrar tekrar konuşuldu, olaylar 18 kez masaya yatırıldı, kuzey, doğu, kuzeydoğu vs bütün açılardan irdelendi, her tekrarda sanki ilk kez duyuyor, öğreniyor gibi gözler fal taşı gibi pörtletildi ve "Nee? Aaaaa! Sen ciddi misin?" gibi cümlelerle de 4 açılmış gözlere eşlik edildi. Kınanacak kişiler ve durumlar kınandı, gülünecek olaylara deliler gibi gülündü. Kırılan ya da kırılacak potlar kah put gibi durup bakışları dondurarak kah abuk sabuk kaş göz işaretleri yaparak engellenmeye çalışıldı... Ta ki gözlerden akan uykular sözleri yutana dek... Kahretsin çok komiğiz, di mi Kaardi?
Bu kuzen aslında "kaardi"dir. Peki "kaardi" nedir?
Kaardilik kardeşliğin en üst mertebesidir. Taraflar arasındaki ego merkezli mesafe minimize edilmiştir. Bir araya gelindiğinde amaçlanan ortaya çıkan yüksek enerji ve sinerji ile cozutasıya eğlenmek, işler yolunda gitmezken, gemi karaya oturmuşken bile eğlenceyi taştan çıkararak güç kazanmak, toparlanmak, tarafların iyiliği, mutluluğu için olası fırsatlar yaratmak, tehlikelere karşı birbirini kollamaktır. Kaardiler Call Center 7/24 çalışır. Yazılı olmayan, hatta hiç konuşulmamış kaardilik mertebesine ait kuralların en tepesinde herhangi bir canlıya kasti olarak maddi manevi zarar verilmesi hariç olası tüm durumlarda birbirini yargılamamak yatar. Kaardi bilir ki bunu bir tek Kaardi'ye anlatabilir. Kaardi kızsa, bağırıp çağırsa da bilir ki seninledir. Yıllar yıllar geçse, herkes gitse de o, mekanı terketmeyecek ve terkedilmeyecektir.
...
Peş peşe 2 oldu damardan giriyorum. 
Mutluyum, umutluyum, huzurluyum.
Yassam; kendimi, sevdiklerimi korumak, kollamak,
Ativan idman yurdunu 18. lige düşürmektir.
Varlığım dünya barışına armağan olsun.
Tüm ordular dağıtılsın.
Tüm bayraklar imha edilsin.
Tüm sınırlar kaldırılsın.

Tamam Kaardi sustum. Gel hadi, ikimize çay koydum.


*1994 yapımı Atıf Yılmaz filmi. Senaryo Yıldırım Türker.
İyi seyirler.

Friday, January 31, 2014

Proxima Estación: Esperanza*

Omg (Aman Tanrım!) 2 gün fire vermişim. Siz naptınız bensiz aç, susuz, uykusuz?
Sizi yüz üstü bırakmak istemezdim. Ama çok haklı sebeplerim var. Herşeyin aşırısı zarar; gün boyu egzersiz yapmaktan vücudum pes etti. Bir de üstüne "Fazla molpediniz var mı?" cümlesinin sarfedildiği günler başladı. Dozu azaltılan arsız ativan da rahat durmadı, elektriği beynime dayadı. Hal böyle olunca yorgunluk ve bitkinlik beni yerle yeksan etti. Kolumu kıpırdatamazken yazmaya ne hacet. Ama aklım hep siz kuzucuklardaydı.
Naptınız görüşmeyeli? Fehmi, Fehime, Nezaket, Sağanak, Kumsal...
Ben dün gece çok özel, çok farklı, 1 değil, 2 değil, 3 değil, 5 değil 35 boyutlu bir kadınla tanıştım. O konuştu ben dinledim. Anlattıkça matruşkalar gibi çoğaldı. Gözlerim kocaman açıldı dinledikçe. Beynimin algısı arttı, çalışması hızlandı. Tıpkı yıllar yıllar evvel Gülgün'le Olympos'ta bir bungalovda yanımızda getirdiğimiz yolluğu tırtıklayıp kafaları büyüttüğümüz gece olanlar gibi. Gülgün anlatmış, anlattıkça içinden bambaşka Gülgünler çıkmıştı. Bungalov hikayelere eşlik ederek bir bakmışsın büyümüş okyanus kenarında duvarlarını dalgaların dövdüğü bir villa olmuş, değiş tonton küçülmüş; vasati 40 kibriti taşıyan bir kutucuğa dönüşmüştü.
İşte dün gece de Very Special Woman (VSW) beni yolluksuz, azıksız tıpkı rüyalar alemindeymişiz gibi rengarenk, dolu dizgin bir seyahete çıkardı. Kah kanat takıp uçtuk, kah balık adam olup denizin dibine daldık.
Neticede enerjimiz öyle arttı, algımız öyle açıldı, kapsama alanımız öyle genişledi ki dünyayı omuzlarımızda taşıyabilecek güçteydik artık...

*Proxima Estación: Esperanza bir Manu Chao şarkısıdır. Bir sonraki durak: Umut.

Wednesday, January 29, 2014

Bir Mike Leigh filmi olabilirdi

Mike Leigh - Happy Go Lucky
Bu akşam amcam telefonda "Gıcık gıcık yazma, siyaset falan yaz" dedi. "Ne gıcık mesela?" diye sordum, örnek aklına gelmedi. Herkes siyaset yazıyor oysa ki. Elbet politik görüşlerim var ancak aktif politikadan nefret ederim. Hasbelkader bir siyasi partide çalışsaydım çoktan öteki dünyayı boylamıştım. Oldum olası karşıt görüşlerdeki insanlarla 2 dakikadan fazla politika konuşamam; ateşim çıkar, tansiyonum fırlar, doğru düzgün cümle kuramam. Elaleme rezil olup boş yere kendimi üzdüğümle kalırım. Ayrıca ayarım yoktur; eşimin masülalesiyle yapılan bir akşam yemeği organizasyonunda misal, vatan millet sakarya muhabbeti açılır, yapılan yorumları tansiyonum 20'ye çıkadururken susarak dinler, tam konu kapanıp tehlikeyi atlatacakken kendim bile farketmeden yumruğu sıkıp ayağa fırlar, "Yaşasın halkların kardeşliği!" diye slogan atıp herşeyi mahvederim. O ana kadar son bir çaba ailesine bir şeyleri anlatma gayretine gark olmuş eşim de dahil herkes bana kıl olur. Ben "İyi halt ettim, kendimde deildim, çok ama çok pişmanım" ifadesiyle eşime bakarken, o da "Kızım bittin sen, beni de bitirdin" manasında başını çevirir, "taraf" değiştirir.(*)
Esas, siyaset yazarsam gıcık gıcık yazarım, bilmem anlatabildim mi?
Araya parça atıyorum ve çizdiğim antipatikomik insan tiplemesini hafızalardan silmek için elifbebek taklidi yaparak "yalancı karınca yalancı karınca seninle kimse oynamas" şarkısını söylüyorum. 

http://youtu.be/l1URiGwgH6w
http://youtu.be/NAQEtYxQp3I

Uykumu düzenlemek bugünkü hedefim, gece 12'de uyumak.
O zaman herşey daha güzel olacak.

(*)Bu yazdıklarım karikatürize edilmiş, abartılmış, gerçekte yaşanmamıştır. Müsterih olun dostlarım.(**)

(**)Türkiye'de evli bir kadınsan, blog tutuyorsan ve blogta hayatındaki insanlardan sözediyorsan (ve adın ezguita ise dermişim) yanlış anlaşılma ihtimaline karşılık böyle estupido (stupid) açıklamalar yapmak gerekir belki, bilemedim.(***)

(***)Loop'a girdim.(****)

(****)Hala loop'tayım.

Tuesday, January 28, 2014

Stars Wars Episode II: Attack of the Clones

Türkiye'de yaşayan evli bir kadın olarak eski manita gibisinden bir sıfat tamlamasıyla cümle kurmak ya da gecenin bu saatinde ben napıyorum cin "..." gibi küfürlü konuşmak çok ama çok kötü karşılanır. O yüzden ben de yazmadım. Di mi ama yazmadım? Şahitsiniz. Bunu yapabilen bana göre yürekli, korkusuz (bunun için de nadide bir sözcük var aslında, bilene alkış), bazısı için ise edepsiz birkaç kadın var. İsim vererek kimseyi incitmek istemem (hem 75 milyon kişi beni okuyor.) Ama en rahat "edepsiz" konuşan Huysuz Virjin de nihayetinde bir erkek. Bu yüzden Türkiye'yi dere tepe gezerek kadın argosu sözlüğü yazan Filiz Bingölçe'ye buradan selam ederim. Bir de Yükselim Aksum öyle güzel hikayeler anlatırdı ki memleketinden. O ninesinin ettiği küfürleri alıntılarken ben de babanneminkileri hatırladıydım. Babannem de az değildi hani; hele bi tanesi Esra'nın deyimiyle (bu başka Esra) "tıyneti geniş" benim bile hayal gücümü aşmış, babanneme içten içe bir hayranlık duymuştum. Şimdi olsa "Babanne çok cool'sun" derdim. İçinde kestane geçen bir betimleme, bir tamlama. Ben bir şey demedim. "Argo dili zenginleştirir" de demedim. Di mi demedim?
Peki durup dururken neden böyle bir konudan söz ettim?
Tamamen serbest çağrışımla;
-Yazıya Saygıdeğer okurlar diye başlayacaktım.
-Saygıdeğer sözcüğü bana Yargı Değer sözcüğünü çağrıştırdı.
-Kimdi, neydi Yargı Değer?
-"Eskilerden bir arkadaşın" tanıdığı 2 kardeş vardı babaları avukat olan. Kardeşlerin isimleri Yargı Değer ve Yasa Özgür"dü. Başka bir baba daha vardı matematik öğretmeni ve çocuklarının isimleri Limit ve Türev olan. Şaka yapmıyorum hakikatten öyle. Acaba bu kişiler beni bulup döver mi?
Evet 75 milyon kişi, son dakika gelen habere göre Ezguita bölücü kasların ani bir saldırısına uğradı. Şimdi ayrıntılı haber almak üzere olay yerindeki muhabirimiz Can Yücel Yılmaz Güney Aydın'a bağlanıyoruz. Henüz konuşamayan muhabirimiz olayı işaret diliyle ve "e eee ee" sesleri çıkararak bizlere aktaracak.

Sunday, January 26, 2014

John, you are the weakest link, goodbye!*

Princess Chelsea
Dün gece yazmadım. Sözcükler evimizi terk ettiler. Çünkü gün boyu Mr Smith ve ben onları öylesine hunharca sarf ettik ki ne haliniz varsa görün diyerek gittiler. Mr Smith yattı, ben de bir gece önceden kalma can sıkıntısı bir kadına neler yaptırabilir başlıklı çalışma kapsamında ayak, yüz, banyo, misafir banyo, misafir yüz, çocuk banyo, çocuk yüz, mutfak, deniz olarak alt başlıklara bölünen havlu grubunun estetik ve fonksiyonel açılardan maksimum fayda alınacak şekilde yerleştirilmesi işiyle uğraştım. Üstüne ılık bir duş aldım. Üstümde bornozla salondaki üç kişilik koltukta sızmışım. (Burada bornoz sözcüğünü erotik bir mesaj vermek için değil, havlu ailesinin bir üyesi olmasından ötürü özellikle kullandım.)
Ama benim hedefim başka, motivasyonum başka. Kendime bakıyorum ben. Gezegen de benim uydu da. Stres anında serinkanlı kalma, doğru nefes alma, doğru beslenme, kundalini yoga, aletli pilates, zumba, alternatif tıp, bioenerji, homeopati gibi uğraşlarım var benim! Hem kilo vermeliyim! Asi kaslarımı eğitmeliyim. Şunları duyar gibiyim: "Ezguita, you are the strongest link, welcome!"

Gölgelerin gücü adına
Güç bende artııııııııııııık

Dün ikiydi, bugün bi buçuk!
Omg freaking idiot

Günün şarkısı dün geceki bize itafen: 
Princess Chelsea - The Cigarette Duet 
http://www.youtube.com/watch?v=4TV_128Fz2g

*BBC'de yayınlanan En Zayıf Halka yarışmasından alıntı, yarışmayı sunan kadın gestapo elenen yarışmacıya "En zayıf halka sensin, güle güle" der ve olaylar gelişir...

Saturday, January 25, 2014

Everyday I'm shuffling!


Şu an hem gözlerimden uyku akıyor hem de kupkuru bir öksürük krizindeyim. Bu saate kalmak istemiyordum siz 75 milyona seslenmek için ama kadınlarda görülen küçük bir hareketle başlayıp bir türlü kendine engel olamayarak köşede bucakta incik cincik ne varsa düzenleme hastalığına yakalandım ve en nihayet 3-4 saat sonra -tabi ki daha yapacak bir ton şey kalmıştı- yazmak üzere mac'in başına oturdum.
75 milyon dedim ya, televizyonlarda çok sık zikredilen "75 milyon insan şu anda beni, seni, bizi izliyor" tümcesi ne kadar megalomancadır di mi? Programın rating'i illaki bellidir, pazarlama ekiplerinin ellerinde yaklaşık olarak toplam tv seyirci sayısı da vardır illaki. Öyleyse hesaplayın lütfen ortalama bir rakam ve "5,5 milyon insan şu an bu programı izliyor" deyin misal. Kimsin sen kardeşim, arkadaşım, hocam? Bi dakka bakar mısın buraya?
Gün sabah, öğle, akşam olarak ayrılmıştır, bir de gece vardır ya. İşte 24 saatlik bu dilim benim için bir hayli, etraflıca ayrılmış durumda. Sabaha doğru yani tam şu saatlerde dünyada milyonda bir görülen Ezguita çıkıyor ortaya. İşte tam bu sebepten nefret ediyorum bu sabah saatlerinden! Yaşasın 5 çayı! Oysa sabahların bir anlamı olmalı.(*) 
Öğlen gibi zikir töreninden çıkan Ezguita sıradan bir insana dönüşüyor ve oğluyla rahat rahat oynuyor. Bugün de öğlen itibariyle Güneyto ile kudur Allah kudurduk. Sonra akşam oldu ve o zıvanadan çıktı. Bunun üzerine hemen uzay gemisiyle Anane gezegenine yollandı. Bense limit aşımına girmeden kudurmaya devam ettim. Dj Ezgi listesinde shuffle düğmesine bastım ve evrenin enerjisi beni nereye götürdü bakın:
İlk şarkı 80'lerde henüz ingilizce şarkı sözlerini bir güzel sallayan, "yabancı müzik" hastası bir çocukken dinlediğim Amerikalı jazz, R&B, funk, disco grubu Kool & the Gang'den Fresh. "She's fresh, exciting" olan nakaratı ben "She's fresh, its my name" olarak söylerdim!? Şimdi bile utandım, çok uncool and the gang. Şarkı bu yaşta dinlerken daha da enfes, hemmen o yıllara ışınlanıp ışıl ışıl parlayan taşlı elbiselerden giymek ve disco topu altında dans etmek istiyorum!

http://www.youtube.com/watch?v=sTJ1XwGDcA4

İkinci şarkı 90'lardan geldi; Deniz Arcak'ın muhteşem sesiyle söylediği Eyvallah. Deniz'i tanımasam da biliyorum aynı dünyaların insanı olduğumuzu. Süper yetenek, doğallık, samimiyet ve şişmemiş bir ego. Nadir görülen bir karışım. Ay lav yu Deniz!

http://www.youtube.com/watch?v=wCd2zqXiuQM

Milenyuma henüz girmişken piyasaya sürülmüş tüm zamanların en uçuran şarkılarından biri The Chemical Brothers imzalı Music: Response üçüncü şarkımız. Dili olsa da anlatsa o ve ben neler yaşadık. Nerelere gittik, neler hissettik... 

http://www.youtube.com/watch?v=2p0slINGNNQ

Derken sabah oldu. Sabahlardan nefret ettiğimi söylemiş miydim?

(*)Vega - Bu sabahların bir anlamı olmalı:

http://www.youtube.com/watch?v=WpXMyBk1o_s

Friday, January 24, 2014

C Blog


Yine bir filme gönderme yaparak başlıyorum. Ne çok referans noktam var Tanrım! Filmler, şarkılar, kitaplar... Hiç susmadan 28 saat konuşabilirim! 
Başlıyorum; 1994 yapımı C Blok Zeki Demirkubuz'un ilk çektiği filmdir. İzlemeye kalkarsanız bu ne abuk sabuk filmdir böyle deme olasılığınız yüksek. Konu itibarıyle Luis Bunuel, sinema dili olarak da Kieslowski çakması olduğunu düşünmekteyim. Anlaşıldığı üzere Zeki Kuburdemiz'i pek sevmemekteyim. Ben bi Masumiyet'i bilirim, o kadar. Bu usta yönetmenlerin küçük bir parmak dokunuşuyla açtıkları kapıyı şahsen kendisi gümbür gümbür yumruklamakta, tekmelemekte ve azıcık aralanan kapıdan zar zor girmeye çalışmaktadır. 
Ne kadar rahat sallıyorum, yüzüne karşı söyle deseler asla söyleyemem. 10 katını bana söyler, mosmor olur korkarım.
Ben NBC'ciyim. Koza ile başlayan yolculuk Üç Maymun'la zirveye ulaşmıştı derken Bir Zamanlar Anadolu'da geldi. O neydi allasen? Tüyler ürperten, nefes kesen, 4göz izlenen bir başyapıt. Misal muhtarın kızının çay ikram ettiği sahne sinema tarihinin unutulmazları arasına kafadan girdi.
Bir de Gökhan Tiryaki var, görüntü yönetmeni olarak. Tam bir yetenek abidesi olan bu muhterem zat İklimler, Üç Maymun, Bir Zamanlar Anadolu'da da NBC ile çalışmıştır. Tıpkı Wong Kar Wai & Christopher Doyle ikilisi gibi efsane sahneler, filmler çıkmıştır ortaya. Neticede bir artı bir; iki dahi, iki jedi, iki elf, iki avatar... 
Ben böyle oradan oraya atlaya zıplaya konuşurum, uykusu gelen yatsın uyusun.

Bugün antipatikliyim, asabiyim, kill bill'im.
Dilek olay
Dile kolay

p.s. skor değişmedi, benim birinci.

Thursday, January 23, 2014

Alp soruyorsa bir bildiği vardır, di mi?

Paul Klee - Dancing Girl
Eveeeet blog ismini yanlış yazmışım. Blogger'daki çift g yanılttı beni; boggie değil boogie olması gerekiyordu. Ve öyle duyurusunu falan yapmışım, bakıp bakıp farketmemişim. Tıpkı dişinin arasında maydonozla gezmek, hatta kohkidikoh gülmek gibi, ta ki birisi söyleyene ya da tuvalet aynasında kendin görene dek. Bir de artist artist "Akşama söylerim" diyorum Alp'e ve hafif de sırıtıyorum... Neyse herkeş hata yapabilir.
Şimdi blogun adı daha manalı oldu ama yazarın üst ve alt metinde ne demek istediğini tam olarak açıklayalım; Ezguita burada 1997 Paul Thomas Anderson imzalı kült film Boogie Nights'a direkt gönderme yapıyor ancak esas anlatmak istediği ile filmin konusu arasında hiçbir alaka yok; en azından bilinç seviyesinde:) Freudyen terapistler bin tane anlam çıkarırlar bundan da ben son karar olarak ilgisi yok diyorum.
Ezguita'nın burada kastettiği asi kas gruplarının kafalarına estiği gibi sergilediği hareketlerin tıpkı boogie yapar, daha anlaşılır ifadeyle dans eder gibi olmasıdır. 99 ise onu adeta trainspotting karakterine dönüştüren ruhlara ve bedenlere zarar ilaçlardan kurtulması için verilen süredir. 
Ayrıca yeni aklıma geldi; boogie'yi aramış zargan'da bulamamıştım. Sözcüğü doğru yazmaya gayret etmişim biraz da olsa.

Gelelim bugünkü maçın skoruna:
Ativan İdman Yurdu: 2
Ezguita: 0

"Yine ben kazandım. Ben birinciyim yine. O bilemedi ki."
Soru 1: Yazar bu paragrafta neye gönderme yapmaktadır?

Esra bir keresinde sinemada coming soon yazısını görünce komik çocuk demişti. Nedense onu hatırladım.