Thursday, February 20, 2014

Biriniz alo yapsın bana

Dün gece bir ritüel haline gelen önce çeçe sineği ısırmış gibi uyku basması ile o an ne yapıyorsam o şekilde donarak uykuya dalmam, çok yoğun adeta koma kıvamında olması neticesinde yüzyıl sürmesi beklenen uykunun 10-15 dakika sonra sona ermesi ve 16. dakikada yüzyıllık uykudan kalkmış gibi faltaşı açılmış gözler, 17 yaşında tavan yapan zekaya sahipmiş gibi bir zihin açıklığı ile hacı yatmaz moduna giriş. Uykuyu ara ki bulasın... Sabaha yaklaştıkça istemez misin bir de boogie başlasın...
Gidince uyku, libido dediğimiz yaşam enerjisini pat pat patlatarak müzik videoları arasında zıp zıp zıplamaya başladım.
Eli maşalı aplamız Ebru Gündeş'in tazecik, gencecik, henüz estetik operasyon bağımlısı olmadığı, sevimli mi sevimli, tavşan dişli orijinal ağzından çıkan sesi duyduğumuz, ekranlarda ilk boy gösterdiği yıllardaki şarkılarını dinledim. 
http://youtu.be/bslWEPG2tdc
Hakikatten pek doğal ve pek güzelmiş. Oysa şimdi sayısız estetik operasyondan geçmiş, bakışları, ses tonu, konuşma tarzı ve ürpertici ifadesi ile külliyen bir leopar desenli mafya patroniçesine dönüşmüş. Molped reklamına çıkması için teklif götürüldüğünde verdiği ve malesef burada sizinle paylaşamayacağım cevaptan da yola çıkarak şahsen ben bu aplamız ile asansörde iki başımıza kalmaktan korkarım. Yanlışlıkla göz göze gelsek "Ne bakıyosun lan o..." diyerek elindeki leopar desenli portföyünü kafamda paralarmış gibi bir öngörü içerisindeyim. 
Vahşi portföyü ile atağa kalkmaması için o an, ben ne yapardım diye düşündüm; aplamızın sevdiğim şu şarkılarını mırıldanmaya başlardım herhalde,  zararsız, varlığı yokluğu bir, devlet dairesi çalışanı ifadesiyle aslında ben burada yokum demeye çalışarak:
Tatlı tatlı tatlı belaa bu ne işve bu ne eda dünya kalmaz sana bana...
Fırtınalar koparsa kopsun sürüklesin ikimizi arzular tutuştursun bizi razıyım sonuna senle olsun...
Sen sus hiçbir şey söyleme sen sus da gözlerin konuşsun öldür beni sen öldür ki aşkın kalbimde hapsolsun...
Güneşin doğuşu batışı farksız nasıl yaşanırsa yaşadım ben aşksız...

Ebru Gündeş şarkılarından derlediğimiz bu potporinin ardından bir diğer freak karaktere geçiyoruz. İşte karşınızda Yıldız Tilbeeee! Kafan her daim bi dünya, bir başka alemdesin. Ama aleme şarkı yazan sensin. O bir acayip ağzın, bir acayip dansın, bir acayip çalışan aklınla teksin bu dünyada. Seviyorum kız seni!*

http://youtu.be/Nx3rhBlHd5c
Yukarıdaki linkin ilk 1 dakikasını izlemeniz tavsiye olunur. (Kafa trilyon)

(*)Yiğit Özgür karikatürü. Yeliz'den arak.

Monday, February 17, 2014

Top 10 list

Top 10 listesi yapmaya bayılırım. Bir zamanlar bir dergi için Mehmet'le hazırladığımız sinema sayfalarında Top 10 anketi yapıyorduk, her hafta başka bir konuyla farklı bir insana. Bir müddet sonra hem konu hem de konuk bulmakta zorlanır olmuştuk, bu ortaokuldan itibaren müptelası olduğumuz anket geleneği köşesine. En iyi 10 yabancı yönetmenle başlayıp, "En iyi 10 dans sahnesi" ile soluklanıp, "En iyi 10 Woody Allen filmi" gibi mikro düzeylere inmiştik... Hatta hatırlıyorum hikaye şöyle başlamıştı; yıllar boyu "Ne işim var benim burada?" diyerek dirsek ve ruh çürüttüğüm bankacılık sektöründeki kariyerimde yine sıkılmanın ve kurdeşen dökmenin ve "Allahım sen soktun, sen çıkar" diye dua etmenin dibine vurduğum bir günde lotus notes mailbox'ıma arka masadan düşen bir mail ile ilk liste ortaya çıkmıştı. Diyordu ki Mehmet; "Madem ki çok sıkıldın al sana bir anket: Tüm zamanlar içinde en sevdiğin 25 film". Bu teklif çok işe yaramış, o günüm kurtulmuş, sonrasında da bize epey bir malzeme toplamıştı. İkimiz de yolunu kaybedip kendini bankada bulmuş 2 insandık. Yıllar geçse de bağlanmış basiretlerimizle hala ordaydık. Tek tesellimiz sigara molaları ve öğle tatillerinde koyusundan daldığımız sinema sohbetleri, yazdığımız muhtelif senaryolar, her hafta çıkardığımız aksiyon planına rağmen bir gram harekete geçmediğimiz film çekme arzularımızdı...Hem duruyor mu acaba o liste bir yerlerde?
Peki bunu niye anlattım? 
Ruh halim sebepli ya da sebepsiz parçalı bulutluyken bu moddan çıkmak için kendime bir anket hazırladım: Yaşadığım en güzel 10 gün, 10 gece vesaire. Hem bir nevi hafıza egzersiziydi. Hem hep hesaplaşmak için döndüğüm geçmişe mutlu anlar için bakmak güzeldi. Hem yıllar geçtikçe (yaşlandıkça demek istemiyorum), tecrübe ettikçe azalan hatta yok olan "hayal kurmak" gibiydi. Ne kadar çok hayal kurardım eskiden oysa. Gündüz kurmadıysam dolu dizgin ruhum rüyamda patlardı; Michel Gondry, Spike Jonze, Charlie Kaufmann filmleri, müzik videoları gibi rüyalar görürdüm. Deniz altında kurulu Las Vegas'ta bir gece klübünde Eminem'le tanışır, zeplinle uçarak Güney Amerika'ya gider, evin karşısındaki tek M migrosta imza günü düzenleyen Albert Camus'a kitap imzalatırdım. 24 saat kafam güzel!
Gelelim anketime. Yaşadığım en güzel 10 gece deyince ilk aklıma gelen Kaardi'yle ve Mercedes'le (tanışalı üç gün olmuş) buluştuğumuz Kabak koyunda geçirdiğimiz ilk gece. Turan Abi'nin yerine gelir gelmez anında frekanslar uymuş, 40 yıllık ahbap moduna girmiştik. Onun da enerjisiyle kafaları bulmuştuk. Derken tanımadığımız 20 kadar "marjinal (!)" tiple sahile inmiştik. Aralarından Hint kıyafetli birkaç kişi vurmalı çalgılarla müzik yapmış, ateş çeviren kızlar dans etmiş ve mucizevi bir anda caretta carettalar denizden çıkıp kumsalda ilerlemişti. O gece öyle anlar, öyle duygular yaşanmış, öyle manzaralar görülmüştü ki Kabak Koyu yeryüzünden ayrılmış başka bir gezegene inmişti.

Friday, February 14, 2014

If you don't know my name, you can call me "baby"*


Bugün kötü bir gün.
Tüketimi artırmak için uydurulmuş bir gün olduğundan mıdır nedir?
Ama yine de Mr. Smith'ten cheese cake hediye etmesini istedim bana, günün çakma anlam ve önemini diyetimi bozmak pahasına sahici bir zemine oturtarak.
Akabinde söylenen birkaç söz, şaka ve ciddiyet arasında.
Ağızları, ortamı tatlandıran cheese cake, karbonmonoksite dönüştü, Mr. Smith de burnundan solumaya başladı bir anda. Çok hızlı nefes aldığı için karbonmonoksit bir çırpıda kana karıştı. Bu kadar öfkeye ne gerek vardı?

İsmimi öğreneli yıllar olmuştu, "Bebeğim" diye hitap etmeyeli de.**

Ah ne kadar zor, 2000lerde havanın, suyun, sokakların, gıdaların kirli olduğu metropollerin birinde yaşarken sevgilinin beşiğini tıngır mıngır sallamak, yıllar geçse de.

...

Bugün güzel bir gün.
Ne de olsa günün ilk saatleri gece 23:59'dan 24:00'a dönerken Smith ailesi; anne, baba ve tatlı su balığı kahkahalar arasında uykuya dalmıştı. Gece 4'te tatlı su balığı uyanmış, henüz konuşamadığı için babasının elini çekiştirerek onu mutfağa götürmüş, işaretler ve çeşitli seslerle ne istediğini anlatmaya çalışmıştı. Uyku mahmuru, iş güç mağduru baba, tatlı su balığını anlayamamıştı. Derken annenin eli çekiştirilerek gelinmişti bir kez daha mutfağa. Su istiyordu tatlı su balığı. Sabah 4'tü ama kahkaha tufanı bir kez daha patladı; tatlı su balığı mutluluktan yanaydı...

Tercih sizin; yan yana 2 peron, 2 tren. Hangisine bineceksiniz, siz karar vereceksiniz.

(*)David Tavaré'nin yeni şarkısı:
http://www.youtube.com/watch?v=EPVK_lT1zks

(**)Şarkının sözlerine gönderme; İsmimi bilmiyorsan bana "bebeğim" diyebilirsin.

Bu geyik şarkının ardından bombastik bir şarkının bombastik klibiyle dünya fikfikler gününüzü kutluyorum. Rolling Stones söylüyor:

LOVE IS STRONG
And you're so sweet
You make me hard
You make me weak
Love is strong
And you're so sweet
And some day, babe
We got to meet