Thursday, June 19, 2014

Gökten Üç Film Düştü; Biri Sana, Biri Bana, Biri Kara Kediye!

The Kid with a Bike (Bisikletli Çocuk-2011)
Evvelsi akşam Kış Uykusu'na gittik, Mr. Smith ve Mrs. Smith ikilisi olarak. Sinemanın bulunduğu alışveriş merkezinin otoparkında Mr. Smith'e 10 yıllık tahsis edilen turuncu kat - C3 noktasından başlayarak filmin oynadığı 2 nolu salonun girişine kadar kırmızı halı döşenmişti. Bu kadar tantanaya hiç gerek yoktu halbuki. Tamam İstanbul'dan uçağa binip LA'ye giden ve Hollywood'un en gözde çiftlerinden, en gözde ünlülerinden olmayı başaran "Türkler" olarak bi biz vardık ama özellikle Ömer, gözlerin bu kadar üstünde olmasından, böylesine bir ilgiden hiç hoşlanmaz, mümkün mertebe sıradan vatandaş gibi hiç farkedilmeden yaşamayı yeğler, imza için geldiklerinde misal, gerçek kimliğini inkar eder. J. D. Salinger bir, Ömer kafası iki...
Bu zevzek ve atmasyon girizgahın ardından gelelim realiteye.
Bendeniz Ezguita The interrupted birkaç yıldır yan etki kontenjanından faydalanarak çeşitli davranışlar geliştirmiş bulunuyorum; gün ortasında mekan ve eylemden bağımsız 2 saniye içinde uykuya dalmak gibi. Cümle kurarken özneyi, tümleci söylüyor, yüklem esnasında uyuyorum misal. Hal böyle iken içinde uyku geçen ve hatta 3 saat 16 dakikalık hey maşallah filme bilet alırken parayı ve zamanı bir kez daha sokağa attığımı düşünmekteydim. Kimleri neleri heba etmedim ki bu zaman zarfında? En son Büyük Budapeşte Oteli'ni gümlettim. Hatta Can K.'la gitmiştik filme. O da daha bismillah jenerik bitesiye uykuya dalmama epey üzülmüş olmalı ki eğitim amaçlı gittiği Madrid'den whatsap üzerinden yazışırken bu filmde uyumadım deyince acayip sevindi.
Evet NBC kafası iyiden iyiye aşmış, Türkiye'nin ben diyeyim bi Bergman siz deyin bi Tarkovski şubesi olmak üzere. Benim için Bir Zamanlar Anadolu'da listenin birinci sırasında ama bu film de dumur arkadaş. Arkadaşım oyunculuklara ne demeli? Demetcim sen nasıl bi insan evladısın? Eyvah Eyvah'a bak bi, bi de bu filme bak, sesini nasıl kullanıyon sen anacım? Melisa bacım, aynı sorular senin için de geçerli.
Falcı üslubuyla film kritiği yapmak ne büyük özgürlük!
İkinci filmimiz birkaç ay önce izlediğim 2013 yılı yapımı Philomena. Yönetmen Stephen Frears. Frears için ayrı bir yazı yazıcam. Kendisiyle bolca hikayemiz mevcut. Şirkette geçen gün bu filmi gösterdiler. Her yerde afişleri vardı, ondan şeettim. İzleyin derim.
Bir film daha söylüyorum: 2011 yapımı The Kid with a Bike. Yönetmenler Dardanne Kardeşler. Bir yazı da kardeş yönetmenler için yazsam Haziran'ı alnım pak, aklım pek tamamlamış olurum. Coenler olsun, Tavianniler olsun, Taylanlar olsun. Rahat rahat Temmuz'un ortasını bulur.
Haftaya bu 3 filmden sınav yapıcam haberiniz olsun. Neşe çok yoğunsun biliyorum, rahat ol sana kanaat notu kullanıcam.

Saturday, June 14, 2014

Esvaplarım ütülü ## Babamız Bizi Sevmedi ## Cecom


Şu an bir distoni fırtınasının tam ortasındayım sayın okuyucular. Bu yazıyı bu halimle yazıp tamamlarsam dünya distoniyle mücadele şampiyonasında kendime altın manolya vericem. İçimden "bıktım aq" diye küfürle karışık isyan ederken bakın aklıma hangi müstesna şarkıcı ve şarkısı geldi, linke tıklar mısınız lütfen, por favor gençler, genç hissedenler, kime diyorum alooooo?!
Herkeş gibi o da nevi şahsına münhasır bir karakter ancak herkeşten farklı, eşsiz bir yorumcu Timur Selcuk söylüyor:
Bıktım dünyayı sırtımda taşımaktan
Hayatın yorgunuyum ben rahat vurgunuyum ben

http://youtu.be/lrBOEpXJhF8

Şarkıdaki karakter Timur Selçuk'un şımarık sevimli ya da sevimli şımarık söyleyiş tarzı gibi bazen sevimli geliyor insana, bazen de bir o kadar sevimsiz ve küstah, suratına "Demek girmedin bakkal kasaptan içeri, ayağına geldi ne istedinse ha, al sana 5 kardeş o halde" diye diye pat pat patlatmak geliyor insanın içinden. En azından benim geliyor. Bu arada küçük beyin anlayacağı şekilde sevimli şımarık tarzına uyumlu olarak tokat yerine çocuksu ve eğlenceli "beş kardeş" tabirini kullandım. Umarım farkettiniz. Ve akabinde kendi küçüklüğümü hatırladım sevgili keratalar; Baba The İktidar, "geliyo bak 5 kardeş" deyince 5 tane daha kardeş geliyo sanıp, saf ve şaşkın ifadelerle gülümsemeye çalışırken suratımda patlayan tokatın diğer adı olduğunu 5 kardeşin. Öyle ilk seferde de öğrenemedim üstelik öğrenmem için 3-4 kez daha yemem gerekti sevimli tontonlar gibi tahayyül ettiğim beş kardeşi.
Geçmişten kalan işte bu ve bunun gibi iktidar faaliyetleri yürüten Baba The Güç kareleri yüzünden belki Baba Zula'nın şu şarkısını pek sevdim:

Babamız bizi sevmedi
sevmedi sevmedi
Babamız bizi sevmedi
çirkiniz çirkiniz

Şimdi size çok çok mühim 2 şeyden sözetmek istiyorum; Baba Zula canlı sahne performansı ve canlı perfomans sırasında şarkılara çizerek eşlik eden yetenek abidesi Ceren Oykut. (Magazin haberi olarak şunu da ekleyeyim Ceren, Baba Zula'nın beyin takımından Murat Ertel'in bir zamanlar eşiydi).

https://www.facebook.com/video/video.php?v=2457981082786

Yukarıda linkini verdiğim video bu canlı performanslardan biri. 
Baba Zula'yla tanışmam şöyle oldu; takvimler 2005-2006 yıllarında salınırken günlerden perşembe, öylesine alelade bir perşembe hem de Doğan'la konuştuk. (Açtım parantez: O zamanlar 2miz de Maslak'ta çalışıyorduk. Öğle tatillerinde en sık yaptığımız aktivite eski Çarşı'nın ordaki Starbucks'ta buluşup  bir yandan etrafı keserken, öte yandan haftalık dedikoduları konuşmaktı. Sağa sola bakmaktan bir türlü odaklanamayan gözlerimize rağmen kulak, burun, boğazla sıkı takibindeydik birbirimizin ve anlattıklarımızın. Sıklıkla da tüm beden ve ruhla danalar gibi gülüyorduk başımızdan geçenlere. Kapadım parantez.) İşte o günlerin birinde, alelade bir perşembe Doğan dedi ki "Bu akşam Yaga'da Baba Zula var, ben geçen hafta gittim, süperdi, beraber gidelim bugün"

İşte Baba Zula'yla o gece tanıştım ve yeryüzünde böyle bişi görmedim. Bir Münire, bir Seyran, Bir Ceren, Bir Murat, Bir Brenna, bir Levent... ve dahası. Gözlerim faltaşı kadar açık, keza ağzım da, kalbim saniye 150 atarak izledim Baba Zula'yı. Hem o gece, hem de bir sürü başka başka gecelerde. Onları izlerken kendimi bu tarihi ana tanıklık ettiğim için hep çok şanslı hissettim. Ceren çizdi, ben de hayallare kapıldım gittim. Sahnedekiler, hem ben, hem yanımdaki, hem İstanbul büyüdük büyüdük, hulk'a dönüştük... Hayat bizi değil, biz hayatı sürükleyip götürdük...

Yazmayı düşündüğüm başka şeylerdi. Ama çarşıdaki hesap evdekini tutmadı.

Sonucu açıklıyorum: Distoni hala devam ediyor, altın manolya benim oldu. Abisi ne yetenekli insanlar var hayatta. Size veda ederken gene başka bir tapanzi insan Fatih Akın'ın yaranzi filmi İstanbul Hatırası: Köprüleri Geçmek filminin kapanış şarkısını gönderiyorum.

Baba Zula ekipcenek sabahlamış, güneşi karşılıyor, mekan İstanbul Boğazı, şarkı Cecom, söyleyen Brenna. İstanbul'dan ayrılmak üzere eşyalarını toplayıp Büyük Londra Oteli'nin önünde taksi bekleyen ise Alman müzisyen Alexander Hacke.

http://www.youtube.com/watch?v=bgfe_pynmqQ

EY SANAT İYİ Kİ VARSIN
EY İSTANBUL HALA AYAKTASIN

Ezguita laf aramızda sen de fena değilsin hani:)






Friday, June 13, 2014

Bir Zamanlar Olup Bitenler Devre Arası C Blok'ta

Ghost World (2001)
Evvelsi gün geçmişte bir hayli önem arzeden, bir hayli sevgi beslediğim, bir hayli yakın hissettiğim oysa şimdi hayatımda bir saniye bile yeri olmayan, ara ara kızgınlık ve kırgınlık arasında gidip geldiğim, yollarımızı ayırdığımız dost kavminden bir insana hiç hesapta yokken merhaba yazdım. Kırgınlık ve kızgınlık bir anda yok oldu. Yerlerine güzel anlar oturdu ve sevgi kelebekleri odaya doluştu. Hesapsız kitapsız karşılıklı söylenen birkaç cümle kafi geldi ama. Özlem geldiği gibi usulca gitti... Yaşlandığımın belirtisi olarak yorumladım bu iyilik ve özlem duygularının birkaç cümle ve dakikayla sınırlı kalmasını. Oysa ben gençken, baştan aşağı tutku ve sevgiye kesmişken dip dalıp denizin 20bin fersah altında basınçtan kafa göz yarmadan çıkmazdım o sulardan.

Tutku ve aşk sadece karşı cinsle sınırlı değil tabi ki. Kızların kankalığının da bazen değme aşk hikayelerinden farkı yok. Aynı sahiplenme beraberinde gelen aynı akıllara zarar kıskançlık. Ve cümle elaleme rezil olma pahasına sesi iyice tizleştirerek ve çatlatarak edilen kavgalar, akabinde küsmeler. Duble ihtiras. 

İşte evvelsi günden sonraki gün yani dün de mailboxımın tozlu raflarında gezinirken ahir zamanlarda başlayıp uzun uzun yıllar süren, 88 kere küsüp 98 kere barıştığımız, 89.da bu kez ebediyete kadar küstüğümüz canım canım kız dostlarımdan birine Buenos Aires'ten attığım mail çıktı karşıma. "Ben de seni çok özlüyorum"la başlayıp "Seni seviyorum"la biten. Maili görüp okumamla can dostuma göndermem yine bir anda oldu. Düşünülmeden yapılan motor hareketler gibi, refleks gibi misal.

2 dakika sonra cevap geldi: "Passionate love affair'di bizimkisi mübarek, benim de arada karşıma birşeyler çıkıyor ya da gözümün önünden geçiyor".

30'lara merdiven dayıyor olsaydım misal bu lafın üstüne Amsterdam'a gider, herşeyden önemlisi sevgi der, kanayan yerleri batticonla silip flasterle bantlayıp, ilişkimizi onarmış olmanın dayanılmaz hafifliği içinde gülümseyen bir yüzle dönerdim evime...

Oysa şimdi bu kadarı kafi geldi. Dip dalacak bir durum yok. Yaşandı bitti bol inişli çıkışlı, bol saygılı, sevgili, kaygılı. Ama bak 2si de duruyor bende, yerli yerinde. Zaman geçti. Götürdü kötü hisleri beraberinde. Şimdi dünya kupası başladı. Önümüzdeki maçlara bakmalı. Hem bu, Güneyto'nun ilk dünya kupası!