Wednesday, July 16, 2014

Bir Kurumsal Gider Bir Marjinal Gelir, Neticede Elimi Sallasam Ellisi

Bir süredir yazmayı savsakladım. Tam tamına 12 günden beri. 12 gün önce diyete başladım. Savsaklamanın bir sebebi bu safi irade gerektiren, baştan aşağı disipline kesmiş rejim mevzusu olmalı. Bu mevzunun cılkı çıktı gerçi. Neredeyse bi 3 yıldır dilime pelesenk oldu. Valla başta annem olmak üzere yakın çevreme Allah sabır versin; günde 8 kere çok şişmanım, hapishaneden çıkmış Deniz Seki gibi oldum diye diye beyin hücrelerini didikledim zatı muhteremlerin. Millet 5er 10ar verirken kiloları ben labne peynire dayadım dilimi, dimağımı.  Pasta böreğe dadandım; artırdım yağ oranımı... Gel gör ki Şekercioğlu kına festivalinde tüm yenmemesi gereken şekerli, unlu, yağlı mamül ne varsa o kadar çok yedim ki yeme eyleminden tiksindim, o geceyi jübile gecem ilan ettim! Bu mudur? Budur! Zaman kuş kadar yiyip dünyaları yemiş gibi davranma zamanı. Bu, bir.
...
Bir süredir bilgisayarın başına oturamıyorum yazmak için. İçim sıkılıyor. Evlilik yıldönümümüzü Ömer, ben ve Bay Densiz'den mürekkep 3 kişi Ömer Kavur Dükkanı'nda* kutladığımız o embeloz geceden beri. Patavatsızlık ve görgüsüzlük ve küçük hesaplar... Bu alt kalemler bir araya gelince pamuk ipliğine bağlı olan bazı ilişkiler, angajmanlar, organzeler çata pata kopmaya başladı. Mavi gözlü kem bakışlı birinin nazarı değdi sanki, onca zahmetle, eziyetle kurulan diplomatik ilişkiler, özel sağlık sigorta ünitesi ve ekmek teknesi dantel masa örtüsünün ilmek ilmek sökülmesi, az evvel tamamladığın 1000 parçalık puzzle'ın elinden kayıp salonun halısına dağılması gibi koptu gitti. Adeta kurumsal varlığım kalp krizi geçirdi; 2 dk önce burdaydı, şimdi yok. Zaman ilerledikçe bir gizem perdesinin ardında kalan gerçekler bir bir açığa çıkacak ve herkeş anlayacak Baby Jane'e aslında ne olduğunu.** Bu, iki.

Mektubuma burada çatonk diye son verirken sizleri eli boş ve omuzları çökük göndermek istemiyorum ve yanlış erkeklerle zaman ve enerji kaybeden, salya sümük ya da eğik bükük olmuş tüm kadınlara sesleniyorum. Hadi hep beraber:
DAM DAM DAM DUDI DUDI DAM DAM
U R DANGEROUS 2 ME

http://www.youtube.com/watch?v=IN59gdPEBSQ

(*)Bunu daha önce nasıl düşünemedim; Ömer'in takma ismi bundan böyle Ömer Kavur! Hem Anayurt Oteli'yle saygı ve sevgi beslediğim, 2005'te 60 yaşında yitirdiğimiz yönetmen Ömer Kavur'a gönderme. Hem de Kavur Ömer Kavur:)

(**)1962 yapımı Whatever Happened To BabyJane adlı filme gönderme. imdb puanı: 8.1 desem yeterli olur herhalde.


BabyJane de bir nevi Dunganga












Monday, June 30, 2014

Aç Kapıyı Bezirgan Başı ya da Dunganga Dunganga

Kıyıköy
Fake attım. Yazıyı Haziran grubuna sokabilmek için birinci cümleyi yazar yazmaz yayımladım. Oysa 1 Temmuz'da yazdım çoğunu. Cumartesi günü bir geceliğine Mr. Smith ile birlikte Kıyıköy'e gittik. Mr. Smith 2 yıldır tatil yapamıyor. 1 günlük Kıyıköy gezmesi de tatil değildi tabi. Mr. Smith elinde bazukasıyla sahil sahil gezip insanlara gerek tatlı dil, gerekse kafasına kafasına vurmakla espresso içirmesi nedeniyle mahkeme kararıyla tatil zanlısı olarak etiketlendi ve tatil beldelerine girmesi, konaklaması yasaklandı. Bu nedenle bir dağ, bir deniz havası almak için 180 km.yi aşmayacak yörelere gidiyoruz; bir Polonezköy olsun, iki Sapanca olsun, üç de Edirne olsun, bilemedin Tekirdağ olsun falan filan. 

Bu 1,2,3 olarak olasılıkları saymaca bana küçümencikken oynadığımız aç kapıyı bezirgan başı oyununu hatırlattı. Ne biçim sözleri vardı o oyunun ya, o yaşlarda anlamak katiyen mümkün değil. Öyle anlamadan oynardık. Zeka seviyesi olarak 10 yaş değil de 28-30 yaşına hitap eden abuzittin bir oyun, sözlere gel Allah aşkına, anladıysam Arap olayım*
Aç kapıyı bezirgan başı (what the hell is that?!) bezirgan başı, 
Kapı hakkı (what's that?!)) ne verirsin, ne verirsin
Arkamdaki yadigar olsun (Ne demek bu, hala anlamıyor ben) yadigar olsun,
Ve sonunda şu cümleyi söylerdik bizim mahallede:
Bir sıçan, 2 sıçan, üçte kapan.
Bizim mahalle orta direk.
35,5 şöyle söylermiş:
Bir susam, iki susam, üçüncüsünde kapan.

O yıllar İstiklal Marşı'nı da anlamaz, bazı yerlerini uydururduk, İngilizce şarkıları uydurduğumuz gibi. "Olmaz dökülen kanlarımız..." kısmını şahsen ben 5 yıl boyunca "Olmaz öyküler..." olarak zikrettim.

Banyonun ardından söylenen "Sıhhatler olsun" lafını üniversite 2. sınıfa kadar "Saatler olsun" olarak dile getirdim; "Saatler boyu temiz kal" manasında rasyonel bir temele bile oturttum hatta.

Mr. Smith'le ben tüm şakacıktan laflar bir yana en güzel tatillerimizi Adrasan'da yaptık; Changa'da. 2 gün önce yandı Adrasan cayır cayır. Fotoğraflara bakamadım. Öyle yani. Bu Eylül'de gidecektik, Bakalım.

(*)Anladıysam Arap olayım cümlesinde alt metinde Araplar'ı inceden küçümseme yatıyor; Çingen çalıyor, Kürt oynuyor'da olduğu gibi. Ve hatta kim tutar beni daha da ileri gideyim, Yunan domuzu, Ermeni dölü gibi tamlamalarla sevgimizi pekiştirerek dile getirdiğimiz çok değerli etnik gruplarımız ya da halk dilinde ve vatandaşlık bilgisindeki kullanım şekliyle 'iç ve dış mihraklar'da olduğu gibi. Nedir abisi bu iç ve dış mihraklar? Tüm zamanlar içinde en iyi 10, bilemedin 20 Türk filmi listesine kafadan girecek olan Atıf Yılmaz'ın yönettiği Ahh Belinda adlı filmde Güzin Özipek'in söylediği öcü tekerlemesi "Dunganga dunganga"** gibi bişiler herhalde bu içler, dışlar, mihraklar. Peki ya hücre evlerinde yaşayan teröristler nedir abisi? Hücre evi ne ya? Beni korkutuyor bu laf. Farelerin, sıçanların cirit attığı, dehlizlerde yaşayan kambur insancıklar geliyor aklıma. Ya da biyoloji dersinde enine boyuna vakıf olduğumuz mitokondrisi, endoplazmik retikulumu olan en minik canlı oluşum. Ezbere konuşmayalım arkadaşım. Bu topraklar cıvıl cıvıl, Halit Kıvanç zamanındaki 23 Nisan çocuk şenlikleri gibi. Farklı dilleri, dinleri, kültürleri zenginlik olarak görüp, sarmaş dolaş mı olacaksın? Yoksa başka bir klişe Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur'a mı sırtını yaslayacaksın? 

Bana bak; evvel zaman içinde var imiş bir dunganga, alırmış çocukları, koyarmış sepetine... Gerisi de ahanda bu linkte:


(**) http://www.izlesene.com/video/dunganga-dunganga/6001297


Kıyıköy


Thursday, June 26, 2014

B12 Alsak da mı Unutmasak?

Müge'nin doğumgününü unuttum iyi mi? 22 Haziran'dı. Kimyasal tortular, atıklar, elementler, vesaikle dolmuş beyin hücrelerim malesef böyle tatsız unutkanlıklara vesile oluyor. Bir de daha önce de anlattığım gibi olur olmaz anlarda uyku komasına girmeme.
Bakın sayın köfte dudaklı okurlar, geçen gün noldu? Bendeniz Ezgi kafası yeni saç stilimden ötürü kuaför salonunu haftada 17 kez ziyaret etmeye başlamıştım. Bu ziyaretler esnasında bir süredir periyot cetveline dönen beyin loblarım beni Michael Jackson dansları ve çeçe sineği sokmasından mütevellit pastırma uykularına sevk etmeye başlamış ve hatta çok geçmeden bu davranış biçimleri ve beden hareketleri bir ritüele dönüşmüştü. Bense hala utanıyordum kafamın 2 saniye içinde pata küte düşmesinden. İşte geçen gün bu alalade ziyaretlerden birinde ben kendi sıkıntımla boğuşurken kuaför amca sinir yaptı e mi? Beni 3-5 kere azarladı. Amca mertebisine atayınca onu, ben de oldum 5 yaşında bir kız çocuğu; sicim sicim yaşlar aktı gözümden. Kuaförden çıkmadan daha kendime bu hareketimden dolayı gıcık olacağımı bile bile bir avrupa yakası, bir yalan dünya formatında, kahpefelek nefelaket konu başlığı altında ağlamayı sürdürdüm. Hazır ağlıyordum, araya başka olaylar da kattım; misal Ömer'in geçen gün dondurmayı kaseye koymayıp kutusundan yediğim için beni snob bakışlar ve sözlerle kınaması mevzusuna ne demeli? Valla hormonlar şeetti de ondan böyle oldum ben, kotex, molped günleri de geliyo, ondan bu hassasiyet. Yoksa koyar mı bunlar bana be?

Sonra ne mi oldu? Bu azar vakasından sonra kuaför arayışına soyundum; eşe dosta haber saldım. Sonra bir öğlen güneş en tepede hepimizi kavururken kendimi yollara attım. "Bir derdim var dinleyin ey gökteki yıldızlar" diye ağıt yakarak süperge sapına dönüşmüş, bir arkadaşın tabiriyle daha ziyade siirt battaniyesi gibi duran saç öbeklerimi adam etmesi için göz, nizam duygusu gelişmiş, helal süt emmiş, yetenekli bir makas eller bulayım diye dua ederken duamı bile ağız tadıyla bitiremeden ağdadan saç kesimine tam teşekküllü, yepisyeni bir kuaför salonu buldum, şıp diye. Ve gireli daha 10 dk olmuş, olmamıştı ki Kuaför Bey saçlarıma baktı bir ekranda. Peki ne dese beğenirsiniz? Saçlarınız korkunç derecede kimyasallarla kaplanmış! Demek sade ve sadece beynimin içinde dolaşmıyormuş dopamin agnostikleri, saçlarıma da sirayet etmiş!
Böyleyken böyle piyano çalan ince parmaklı okurlar!
Can dostum, sevgili arkadaşım, dadaşım ve gadaşım Müge, doğum gününü unuttuğum için çok pek çok özür dilerim!
İyi ki doğdun canım benim!
Ulan gözlerim doldu gene bak! Hadi ordan be bi de sesim titremiş. Daha neler.
Bu karenin çekildiği gün sıradan bir gün deildi:)