Tuesday, August 19, 2014

Bir Zamanlar Tepebaşı'nda, Maltepe'de, Orda, Burda

Cuma kahvaltısı
İyiden iyiye salladım. Yazılarımı sıklaştırmayı düşünürken arayı iyice uzatmış, Ağustos başlayalı hepi topu tam tamına 1 yazı yazmışım. Rakamla 1, yazıyla bir.
Aslında malzeme çok. Hangi birinden söz etsem? Nasıl anlatsam bilemiyorum. İçim içime sığmıyor.
O değil de 24 Ağustos'tan itibaren eski telefon numaram aktif olacak. En kötüsü mobil imza ve diğer güvenlik sorusu soran tüm mecra, platform, uygulama vs.lerde telefon numarası değişikliğini yapmam gerektiği. Belki de en çok bu ve diğer tali sebeplerden bu işin bitişine üzülüyorum. Flex menü de iyiydi hani... Ya sosyal aktiviteler grubunun faaliyetlerine ne demeli? Misal sabahın köründe uyku fırtınasından göz gözü görmezken zemin kata yaklaşan asansörden gelen "Everybody dance now" şarkısını serviste gördüğün rüyanın devamına yormak, gel gör ki asansörün kapısının açılmasıyla bambaşka bir manzarayla karşılaşarak "seviyorum abi bu şirketi" diye içinden fısıldamak... Manzarayı merak ettiniz di mi? Tamam heyecana mahal yok açıklıyorum; Kompakt bir diskoya dönüştürülmüş asansörde tepeden sarkan bir disko topu, ışıl ışıl bir anfi, funky, acid karışımı bir kostüm ve kafasında sarı bir bonusla dans eden genç ve cilli bir erkek dansçı. Sonuç; yoğun uyku basıncı, aynı tekdüzelikle birbirini izleyen günlerin körelttiği algı, ezber bozan cilli yakışıklı bileşenlerinin bir araya gelmesiyle nutkunun tutulması ve hatta merdivenlerin yürüyerek çıkılması...
Cuma sabahı kahvaltıları, yılbaşı partileri cozutmaları...
Nevi şahsına münhasır insanlar... Gerçi onlardan her yerde var, burda da bolca var. Şahsen bir muhterem kişi beni uzun süre "Alperler" olarak çağırdı, doğrudan adımı zikretmemek için...
Bir gün bir stajer geldi; ilk gün sit com ne demek diye sordu. Her gün başka absürd bir sebepten geç kaldı; misal bir gece yanlışlıkla cüzdanının üzerine yatmış, yanağı acımış, bu acıdan dolayı geç kalkmış ve geç kalmış!?
Ama nevi şahsına münhasırlık kategorisinde bir kız vardı, onu tek geçerim. Bu kız 2 yıl boyunca koşarak yaşadı. Milyonda bir görülen bir zımbırtı. Merdiven çıkarken hiçbir zorluk yaşamadığı için en büyük hayali Escher grafiği gibi yaşadığı yerin sadece merdivenden ibaret olmasıydı...
Evvvvettttttt çocuklar, bir Süha Amca'yla masal saati'nin daha sonuna geldik. Haftaya başka masallarda buluşmak üzere. Babam olsaydı tam burada öztürkçe hesabına "Esenlikle kalın" derdi.





Sunday, August 10, 2014

Sil Baştan

Eternal Sunshine of The Spotless Mind
Michel Gondry'nin yönettiği Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Türkiye'de Sil Baştan adıyla gösterilmişti) filmini izleyeli 10 yıl olmuş. 10 koca yıl! Cayır cayır yakan aşk ve ölüm acısını filmdeki gibi beynimden sildirmem mümkün olmadığı için kafam 140 kilo kaçıp gitmiştim dünyanın öteki ucuna. Ama küreselleşen dünya küçülmüş de küçülmüş; daha ilk gece misafir olarak kaldığım evde yatağa kafamı koyar koymaz Beck'in bu film için yaptığı Everybody's gotta learn sometimes (Herkesin zaman zaman öğrenecek bir şeyleri vardır) şarkısı süzülmüştü salondan, yattığım odaya usulca. Kafam 140 kilo kalkmıştım o sabah ve İstanbul'da kaldığım yerden devam etmiştim o ve bazı sabahlar, yükte de pahada da ağır bir şeyler öğrenerek.

Zehir zemberek yazasım var. Beynimden sildiresim var bir sürü şeyi. Sildirmek ya da sindirmek mümkün deil ya henüz, o vakit yangın var diye bağırıp kaçasım var uzaklara... Şanghay'a; dünyanın en kalabalık kenti olmaktadır kendisi.  Şanghay ile ilgili kurduğum hayal, kafamda canlanan görüntü şöyle; Michael Winterbottom imzalı Code 46 adlı bilim kurgu filmindeki gibi fütüristik bir Şanghay bu, büyük oranda bu filmden arak da diyebiliriz. Son derece estetize edilmiş bu kentte yaşayan insanlar ise gücenmesinler ama biraz kabalar; "Seni seviyorum"u bile sigortaları atmış, sinire kesmiş, öfkeden boğuk boğuk çıkan bir sesle "Seni öldürücem!" gibi söylüyor bu dadalar. Aynı gezegende yaşadığımıza inanmakta güçlük çektiğim sevgili çin kardeşlerimden söz ediyorum. Hayalimde bendeniz Ezguita, the kafa 140 kilo ise bu dadaların arasında bönbön durmakta, boş boş etrafa bakınmakta. Takeshi Kitano amcamın Bebekler filminde olduğu gibi benim beyin bir müddet sonra sıfır kilometre bebek beynine dönmekte. Bir nevi formatın tillahını yemekte, doğal yollardan hafızayı silmekte.
Sevgili Ezguita, geçecek bu belirsizliğin hakim olduğu günler, haftalar. Bitecek bu cayır cayır yakan sıcaklar.
...
Bireyselde durum böyle.
Toplumsalda ise durum tam bir felaket.

Bugün yani seçim günü akşamüstü seçimi RTE'nin kazandığı belli olunca radyoda kendisini çok seven birtakım benden uzak insanlar "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye bağırıyorlardı. Bu ne cüret? Ben ve daha nice insan gurur duymuyoruz zatı muhteremle. Ey haddini bilmezler kendinizi bu evin tek sakini mi sandınız?
O değil de Ey tüm Türkiye yarın sabah cumhurbaşkanının RTE olduğu bir ülkenin sakini olarak güne uyanacaksınız.


Code 46

Wednesday, July 30, 2014

Sabahçı Kahvesi*

In Treatment - Sezon 1- Alex
Bu sıcaklarda insanın ciddi kararlar alması çok yanlış. Sıcaklığın eriştiği santigrata ve battal boy nem seviyesine derece bile şaşmışken beyni hoşaf ya da jöle olup illa da billa da şunu yapıcam diye tutturanları tespit eden ve durduran bir tim olmalı. Misal V For Vendetta'daki V ya da Evey'in ya da Aeon Flux'un kostümlerini giymiş fütüristik, distopik, distonik bir tim. Şahsen ben dün hava durumunu göz ardı ederek hayatımda yolunda gitmediğini düşündüğüm noktalara odaklanmak suretiyle beyincik ve omurilik pörtlemesi yaşadım ve anksiyete nöbeti kapsamında günün 1 saat kadarını zara adlı mağazanın prova odasında geçirdim, düzensiz nefes alıp sucuk gibi terleyerek...
Hasbelkader karar almışlar varsa da bu kararlar işkence altında imzalatılan düzmece itiraf belgeleri gibi geçerli sayılmamalı.
Anlayacağınız üzere sıcaklarla başım dertte.
Size bir önceki yazımda, bir sonraki yazımda sözedeceğimi söylediğim diziler üstü, diziler ötesi, sürdizi In Treatment (Terapide) adlı dizideki Gabriel Byrne'ün canlandırdığı terapist Paul Weston olsaydı birkaç zekice soruyla esas derdimin sıcaklar olmadığını, alt metinde hayatımın işletim sistemini değiştirecek oluşum olduğunu bana söylettirirdi.
Dizinin orjinali 2005'te İsrail'de çekiliyor. HBO ABD'ye senaryoyu bire bir taşıyor. Her bölüm 25 dakika ve sadece tek mekan bir odada, terapi seansında geçiyor. Ne bir flashback (geri dönüş) ne bir flashforward (ileri zıplayış). Sadece o an; danışanların anlattıkları, anlatamadıkları, terapistin anladıkları, anlama çabaları...
Muhteşem oyunculuklar! Büyüleyici, yıkıcı, sarsıcı, nefes kesici hikayeler... Terapi odasındaki koltuğa mıhlanmış karakterler gibi siz de bulunduğunuz odadaki koltuğa yapışıp kalıyor, bir müddet kıpırdayamıyorsunuz.
Ertesi gün bir türlü bulamadığınız içinizdeki belli belirsiz huzursuzluğun sebebi belki de dizideki danışanların anlattığı hikayelerin bir benzerini ve hatta benzemeyenini yıllar yıllar evvel yaşamış ama bir daha hatırlamamak üzere bilincinizin yedi kat altına gömmüş olmanızdır. Ve yine aynı şekilde su gibi terlemenizin sebebi de şu kahrolası sıcaklardır...
In Treatment - Terapist Paul
(*)Ferdi Tayfur'un bir şarkısı. Nedense dizide içsel yolculuklarına çıkmış karakterler beni bu şarkıya götürdü. 2 sallasak sebebi çıkar da ortaya. Aman o da eksik kalsın...

http://www.youtube.com/watch?v=Eel474oyilA