Tuesday, November 11, 2014

Karabatak

Günlerdir kalbim pırpır. Haber bekliyorum, nasıl yazayım? İnsomnia Şirketler Topluluğu'ndaki sekreter kızla uzun uzadıya telefon sohbetleri yapar olduk; zırt pırt aradığımdan. Başta kısa tutuyorduk, derken laf lafı açtı ve sekreter kızımıza bir kısmet bile çıktı; bizim apartmanın alt katındaki nalburda çalışan yıkıcı yeşil gözleri, her daim gülen yüzü, tontis göbeğiyle tatlı mı tatlı genç adam; ismi varsayalım Ahmet olsun.

Yukarıdaki paragrafta anlatılanlardan kalbimin pır pır etmesi ve Ahmet betimlemesi %100 doğrudur. Nasip kısmet hikayesi dahil geri kalan külliyen yalandır, dünyada ölümden başkası da...

Doğrusu şu ki Barış Uygur ve Tuncay Akgün'den mail bekliyorum; insomnik sekreter hanımkızımız "Barış Bey mail adresinizi istedi, size mail atacak" dedi. Tuncay Bey de Bezgin Bekir çizdiği için bezdi mi ki? Mail atmaya haceti mi yok ki? Bu espriyi baba esprisi yapabildiğimi göstermek için yaptım.

Onu bunu bırakın da ben size işin aslını söyleyim; bu aralar pek iyi gitmiyor hayat. Çaktırmayayım diye susuyorum bir süredir. Ama dağılmıyor kara bulutlar. Sanki Haneke filmdeyim, hem de Isabelle Huppert'in ta kendisiyim. Yüzümü basan çiller gibi afaganlar basmış içimi. Sus sus nereye kadar. Hem herkesin suratı mı asık, yoksa bana mı öyle geliyor?

Sürekli şikayet etmek yerine şu sözleri zikretmek daha doğru, daha güzel olmaz mıydı?

BU EVDE...
YÜKSEK SESLE GÜLERİZ
HATALAR YAPARIZ
ÖZÜR DİLERİZ
SABIRLIYIZ
ARKADAŞLARIMIZA SAHİP ÇIKARIZ
AİLEYE DEĞER VERİRİZ
MİNNET DUYARIZ
PAYLAŞIRIZ
DERİNDEN SEVERİZ



Sunday, October 26, 2014

Köşe Kapmaca

Selamın hello!
Kıro bir girizgah yapayım dedim.
Kıro konuşma durumuyla dalga geçerken bir de bakmışsın ki sen de kıro konuşur olmuşsun. Şarz diyenleri tiye almak için birkaç kez şarzzz demişsin, sonra bir gün üst düzey bir beyaz yaka toplantısında ilk kez gördüğün battal boy abilerin ablaların ortasında düdük gibi sormuşsun "iphone şarzınız var mı?" diye. Ortamın ciddiyeti ve soğukluğu, katılımcıların dayanılmaz ağırlığı neticesinde bunun bir şaka olduğu anlaşılmamış, artistik puanlar bir hayli düşük gelmiş ve hatta sınıfta kalmışsın.
Bir de yaşını ele veren espriler yapma durumu var. Misal sigara aldığın marketteki kasiyer çocuğa "Ok dusty" demek kuvvetle muhtemel şu şekilde sonuçlanacaktır: 1. Kasiyer çocuğun yaşı bu abuk sabuk cümleyi anlamaya yetmez, nasıl tepki vereceğini bilemez. 2. Senin arkanda sıra bekleyen akranların "Demek sen de Milattan öncesin. Daha iyi değil miydi söylemeseydin." manasına gelen mimikler yaparlar.
Gerçek kesitten 2 anektodla başladık bugünkü sohbetimize munis hanım kızlar, yağız delikanlılar.
Sizlere 64 numerolu bu yazımda hayatımda bir şekilde varolan 3 kadından söz etmeyi planlamıştım. Ancak son dakika birtakım gelişmeler oldu. Ve konu değişti. Ben "Duy sesimi Umut Sarıkayaaaa" diye bağırırken Umut fanfinifinfon peşinde koşuyormuş. Tabi duymasının mümkünatı yok. O duymadı ama başkaları duydu.
Arkadaşlar, arka çıkanlar, arkanda duranlar, arkanı kollayanlar ve dostlar, sonunda yazılarımı insomnia ve smokinli hayvan dergilerine postalamayı başardım!
Hatırlarsanız bir müddet evvel insomnia dergisinin aşağıdan zilini çalmış, 3. kattaki ofislerine çıkarken 2. kattan geri dönmüş, sonra da balkondan malkondan görürler diye binalara sürtüne sürtüne kaçıp gitmiştim.
Ama çok şükür şeytanın bacağını, kolunu kırdım, kaşını gözünü patlattım. 
Geçen cuma sabahı Fenerbahçe Teknik Direktörü Keslersonn'la* yaptığımız telefon konuşmasında Ulu Bilge Dandondelyus'un** yazılarımı, üslubumu beğendiğini öğrendim ve mutluluktan uçuverdim. Üstüne smokinli hayvan dergisinde telefonumu açan genç bayan tam o esnada yazılarımı okuduğunu ve çok beğendiğini söyledi...
Ve başka şeyler de.
Mutluluk bardağı taştı bunun üzerine ve ben tüm gün sanki Madonna'ymışım gibi hissettim kendimi.
O değil de bak Barış Uygur, gözüm üstünde! Alahını seversen şu işi bir bağlayalım. Bak Allah'ın adını verdim. Nolur Uygurum Barışım, gel hadi karşıdaki köşede buluşalım.

(*)Koyu FB'li arkadaşım Hasan Kesler
(**)Can Barslan'ın çizdiği bir karakter



Saturday, October 18, 2014

"İyiyi ara, güzeli ara, doğruyu ara ama kusur arama"*

Gone Girl
Yıl geçmiyor ki Ezguita narkoz almasın!
Narkozu sevdiğimi biliyo demek ki hücre yöneticileri; her yıl önemsiz, zararsız topçikler çıkartıyolar; misal ayak parmaklarımın arasında.
Hem bu sayede kullandığı ilaçlar sebebiyle alkol ve yan sanayi ürünlerinden bir yudum, bir fırt, bir pıt alamayan ben ezguita kafası yılda bir kez de olsa güzel kafayla uyanıyor, bir müddet öyle takılıyorum. Hastaneden çıkasım, taburcu olasım gelmiyor.
Yok yok geçen cumartesiden beri herşey tepetaklak. Eğri oturup doğru konuşalım. Salı günkü narkoz bile kurtarmadı yörüngeden kopan bir gökcisminin hızla uzayın karanlığına gömülmesi gibi arkadaşlar apartmanı 4.kat sakinlerinin artan ivmeyle yere çakılmasını. Dırdırvırvır bir dakika durmaksızın, soluklanmaksızın ilköğretimde zorla ezberletilen ideolojik, yoğun mesaj içerikli ve bir o kadar sıkıcı şiirler gibi lafları sıraladığımız koca+karı kavgalarından biri başladı. Yeryüzündeki 2,5 milyar çiftin zaman zaman ettiği kavgalar gibi bitmedi Allah bitmedi. Zaman ve enerjinin böyle hunharca tüketimi. Özyıkım. Karşı atak. Kimse birbirini anlamıyor. Susuluyor. Sonra yeni bir round başlıyor... 29.da artık pes ettik ve sinemaya gittik.
Gözünü sevdiğim yedinci sanat, sen nelere kadirsin. Dargınları barıştıran dini bayramlar gibisin.
Ve sen David Fincher; sen de az değilsin hani, yine allem etmiş, kallem etmiş, sağlam bir senaryo ile sağlam bir film çekmişsin.
Meğerse bir haftadır evrene yolladığımız mesajlara karşılık evren de bizi bu filme sürüklemiş.
Gone Girl. Türkçe mealiyle Kayıp Kız, dünyada sen ve partnerinden başka daha da arıza, akıllara zarar, evlerden, gözlerden uzak, uğruna yarımküre değiştirilesi, mesafeler döşenesi, kelimenin tam anlamıyla psikopat sevgililer de varmış. Senaryo sağ gösterip sol vuran cinsten. Fincher zaten sevdiğimiz bir yönetmen. Hal böyleyken film bizi kendimize getirdi. 

Hem sence de evlilik akıldışı değil mi?
Bu akıldışı eylemi sürdürebilmenin tek yolu karşılıklı anlayış ve hoşgörü. Hem Ruth Bell Graham'ın da dediği gibi "Mutlu bir evlilik, bağışlamasını bilen iki insanın birlikteliğidir."

(*)Daha da güzelini Mevlana söylemiştir.

Peki bana bir şey mi oldu? Kocasından "Babamız" diye bahseden, çocuklarından başka anlatacak bir konusu olmayan klasik bir ev kadınına mı dönüşüyorum?

Derken başa dönüyorum. Hey sen aneztezi uzman kişisi, koklat ablama ordan az biraz da, gelsin aklı başına.