Thursday, November 20, 2014

Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası*

"Yok be eski tadı tuzu yok buraların" demek üzereydim çok değil birkaç saat önce. Hatta düpedüz diyordum bile evvelsi gün, ondan bir gün önceki gün, geçen hafta... Oflaya puflaya, surat asık, boyun, bel, bikini bölgesi olan kasık 'kasık' vaziyette dolanmakla meşguldum. Ziyadesiyle sıkıştırılmış, "kurtarılmış bölge" tadında, Perihan Abla dizisi sıcaklığında yaşadığımı sanar, kah annemin, kah eşimin, kah tatlı su balığının beşiğini tıngır mıngır sallar iken domino taşlarından biri düşüverdi, ardı sıra ortalıkta ne var ne yok devrildi. İletişim olarak adlandırdığımız en be en önemli mevzuda core kadrodaki şahısların tümüyle tartışarak sınıfta kaldım. Vere vere ayarı, oldum mu sana ayarcıların başı.

Derken tüm zamanlarda en bombastik yöneticim olarak otobiyografime adını yazdıran Esra Gül Nilbaz imdadıma yetişti ve onun tavsiyesiyle bu akşam İletişimde Ustalık eğitimine başladım. Peki bilin bakalım, bazılarının İstanbul'un öteki ucundan 4 vesaitle geldiği eğitim salonu neredeydi? Bizim eve 3 dakikalık yürüme mesafesinde! Hatırlarsanız daha önceki derslerimizde hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını söylemiştik.

Eğitimi çok beğendim; 10 numara 5 yıldız.
İletişim hususunda en azından kalfa olduğumu sanarken ben, 10 üzerinden 10 çırak çıkıverdim.

Tam bir loser.
Ama ölmek, dönmek yok.
Tez vakitte hedef gemisini denize indiriyorum.
Ve ilk işimi hallediyorum.
Nedir bu iş? diye soracak olursanız size nanik yapıyorum. Herşeyin bir zamanı, benim de dermanım var**. Elbette. Bazen çiçek açıp bazen solacağım. Elbette daldan dala konup sonra uçacağım...***

*!994 yapımı Michel Haneke filmi.
**Fikret Kızılok'un söylediği "Bir Harmanım Bu Akşam" şarkısına gönderme.
***Candan Erçetin'in Elbette adlı şarkısının sözlerinden bir bölüm.

Tuesday, November 11, 2014

Karabatak

Günlerdir kalbim pırpır. Haber bekliyorum, nasıl yazayım? İnsomnia Şirketler Topluluğu'ndaki sekreter kızla uzun uzadıya telefon sohbetleri yapar olduk; zırt pırt aradığımdan. Başta kısa tutuyorduk, derken laf lafı açtı ve sekreter kızımıza bir kısmet bile çıktı; bizim apartmanın alt katındaki nalburda çalışan yıkıcı yeşil gözleri, her daim gülen yüzü, tontis göbeğiyle tatlı mı tatlı genç adam; ismi varsayalım Ahmet olsun.

Yukarıdaki paragrafta anlatılanlardan kalbimin pır pır etmesi ve Ahmet betimlemesi %100 doğrudur. Nasip kısmet hikayesi dahil geri kalan külliyen yalandır, dünyada ölümden başkası da...

Doğrusu şu ki Barış Uygur ve Tuncay Akgün'den mail bekliyorum; insomnik sekreter hanımkızımız "Barış Bey mail adresinizi istedi, size mail atacak" dedi. Tuncay Bey de Bezgin Bekir çizdiği için bezdi mi ki? Mail atmaya haceti mi yok ki? Bu espriyi baba esprisi yapabildiğimi göstermek için yaptım.

Onu bunu bırakın da ben size işin aslını söyleyim; bu aralar pek iyi gitmiyor hayat. Çaktırmayayım diye susuyorum bir süredir. Ama dağılmıyor kara bulutlar. Sanki Haneke filmdeyim, hem de Isabelle Huppert'in ta kendisiyim. Yüzümü basan çiller gibi afaganlar basmış içimi. Sus sus nereye kadar. Hem herkesin suratı mı asık, yoksa bana mı öyle geliyor?

Sürekli şikayet etmek yerine şu sözleri zikretmek daha doğru, daha güzel olmaz mıydı?

BU EVDE...
YÜKSEK SESLE GÜLERİZ
HATALAR YAPARIZ
ÖZÜR DİLERİZ
SABIRLIYIZ
ARKADAŞLARIMIZA SAHİP ÇIKARIZ
AİLEYE DEĞER VERİRİZ
MİNNET DUYARIZ
PAYLAŞIRIZ
DERİNDEN SEVERİZ



Sunday, October 26, 2014

Köşe Kapmaca

Selamın hello!
Kıro bir girizgah yapayım dedim.
Kıro konuşma durumuyla dalga geçerken bir de bakmışsın ki sen de kıro konuşur olmuşsun. Şarz diyenleri tiye almak için birkaç kez şarzzz demişsin, sonra bir gün üst düzey bir beyaz yaka toplantısında ilk kez gördüğün battal boy abilerin ablaların ortasında düdük gibi sormuşsun "iphone şarzınız var mı?" diye. Ortamın ciddiyeti ve soğukluğu, katılımcıların dayanılmaz ağırlığı neticesinde bunun bir şaka olduğu anlaşılmamış, artistik puanlar bir hayli düşük gelmiş ve hatta sınıfta kalmışsın.
Bir de yaşını ele veren espriler yapma durumu var. Misal sigara aldığın marketteki kasiyer çocuğa "Ok dusty" demek kuvvetle muhtemel şu şekilde sonuçlanacaktır: 1. Kasiyer çocuğun yaşı bu abuk sabuk cümleyi anlamaya yetmez, nasıl tepki vereceğini bilemez. 2. Senin arkanda sıra bekleyen akranların "Demek sen de Milattan öncesin. Daha iyi değil miydi söylemeseydin." manasına gelen mimikler yaparlar.
Gerçek kesitten 2 anektodla başladık bugünkü sohbetimize munis hanım kızlar, yağız delikanlılar.
Sizlere 64 numerolu bu yazımda hayatımda bir şekilde varolan 3 kadından söz etmeyi planlamıştım. Ancak son dakika birtakım gelişmeler oldu. Ve konu değişti. Ben "Duy sesimi Umut Sarıkayaaaa" diye bağırırken Umut fanfinifinfon peşinde koşuyormuş. Tabi duymasının mümkünatı yok. O duymadı ama başkaları duydu.
Arkadaşlar, arka çıkanlar, arkanda duranlar, arkanı kollayanlar ve dostlar, sonunda yazılarımı insomnia ve smokinli hayvan dergilerine postalamayı başardım!
Hatırlarsanız bir müddet evvel insomnia dergisinin aşağıdan zilini çalmış, 3. kattaki ofislerine çıkarken 2. kattan geri dönmüş, sonra da balkondan malkondan görürler diye binalara sürtüne sürtüne kaçıp gitmiştim.
Ama çok şükür şeytanın bacağını, kolunu kırdım, kaşını gözünü patlattım. 
Geçen cuma sabahı Fenerbahçe Teknik Direktörü Keslersonn'la* yaptığımız telefon konuşmasında Ulu Bilge Dandondelyus'un** yazılarımı, üslubumu beğendiğini öğrendim ve mutluluktan uçuverdim. Üstüne smokinli hayvan dergisinde telefonumu açan genç bayan tam o esnada yazılarımı okuduğunu ve çok beğendiğini söyledi...
Ve başka şeyler de.
Mutluluk bardağı taştı bunun üzerine ve ben tüm gün sanki Madonna'ymışım gibi hissettim kendimi.
O değil de bak Barış Uygur, gözüm üstünde! Alahını seversen şu işi bir bağlayalım. Bak Allah'ın adını verdim. Nolur Uygurum Barışım, gel hadi karşıdaki köşede buluşalım.

(*)Koyu FB'li arkadaşım Hasan Kesler
(**)Can Barslan'ın çizdiği bir karakter