Monday, February 9, 2015

Elbette Bazen Çiçek Açıp Bazen Solacağım

İçinde kardeş geçen deyimlerden beş kardeş'i bildim daha ziyade, çocukkene. Oysa ki kardeş payı diye güzel manası olanı da var deyimlerimizin misal, kardeş payının ise bir dizisi... Bu dizi ki Türkiye'de mizahın geldiği en cool nokta benim nacizane nazarımda. Selçuk Aydemir benden zarar gelmez, nazarım değmez. Hakkatten çok iyisin be abisi. Takeshi Kitano tarzı bir naiflik, bir komiklik, bir karizmatiklik. Beni de alsana sete abisi be. Hiç konuşmam; toz alırım, bulaşıkları yıkarım, ses çıkarmam, gülmem geldiğinde içime içime gülerim. olmaz mı ha?
Selçuk Bey senaryo 10 numara, çekimler 10 numara, ama sizi bu amansız, hırs kumkuması, acımasız sinema tv piyasasında diğer yarışmacılara tur üstüne tur bindirmenize en çok sebep olan nokta casting'in 10 numara 5 yıldız olması. Bakınız dizideki 3 kardeşe, bakınız anneye babaya... Bir Sezai Usta olsun, bir Şükrüye olsun... Anacım hepsi mi 10 numara olur? Ama benim 1 numaram Seda Bakan. Onun uydurmasyon İngilizceyle söylediği şarkılar, dansları vs. Tümüyle baştan ayağa kopanzi bir dizi. Vay be. "İyi şeyler de oluyor demek bu topraklarda."
Bakmak ve görmek meselesi. Blablabla.
Bizim evceğizimiz, hayatcağızımız bu aralar dikenli, suratlar ekşili, acılı. Ananeyi Avrupa'ya gönderdik hava değişikliği olsun diye. Gerçekten Alpler'den süzülen oksijen damlaları ve Mutlu ailesinin misafirperverliği, güleryüzü ananeye yaramış, Heidi gibi kızarmış yanakları.
Şahsen bana da Filij Teyze'nin izlettiği eş dost videoları yaradı. Hikaye özetle şöyle; Ankara'da yaşayan kuzenim Esma aplamın çok samimi aile dostları var. 3 aile; artık parmakla sayılacak kadar azalmış bir içtenlik, samimiyet, sevgi, koruma kollama dürtüleri, duyguları, camdan kalpler ile candan bağlılar birbirlerine. Ve bu insanlar neşe pınarında yunmuş yıkanmışlar. Somurtmak yerine gülmek olmuş tercihleri. Sanki hiç yok mu onların da hüzünleri, kederleri?

Candan Erçetin'den gelsin o halde günün anlam ve önemi:

Güneş her akşam batıp her gün doğuyorsa
Çiçekler solup solup tekrar açıyorsa
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Neden aynı kalayım söyleyin bana
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Ben neden aynı kalayım söyleyin bana
Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım
Elbette daldan dala konup sonra uçacağım
Elbette bugün ağlıyorsam yarın güleceğim
Elbette önce çekip gidip sonra döneceğim
İnanmadım asla inanamam
Her şeyin bir sonu olduğuna
Elbette bugün ağlıyorsam yarın güleceğim
Elbette önce çekip gidip sonra döneceğim




Wednesday, January 28, 2015

Sosyal Medya Gezegeninde Yolunu Şaşırıp Kaybolmak

75 milyonun okuduğu Ezguita on The Blog 74. yazısına erişti. 74 sayısının ezguita için bir anlamı var. Bana ne ben söylemem. Bilenler de sussun. Hişşşttttttttt!
Sosyal medya gezegeninde zaman dünyada olduğundan daha hızlı geçiyor. Ve çok daha ilüzyonlu. Tüm görsel materyaller filtrelerden geçirilerek üretildiği için herkes, herşey güzel. Oysa yakından bakınca düpedüz bıyıkları çıkmış günde 8 kez selfie fotoğrafı çeken o sekreter kızın.
Ama istisnalar var evet; maganda geleneğini devam ettiren bazı genç adamların hiç filtre kullanmadıklarını arka plandaki istikbal perde ve halıdan ya da sizin hayatınızdan çok önceleri çıktığından görünce inanamadığınız çek yat ambiyansından anlayabilirsiniz. Filtresiz, dosdoğru, olduğu gibidir feysbuk fotoğrafında abazanlar diyarından Celil Bey. Karşı cinsle yakınlaşma derdindedir ama en azından mış gibi yapmamaktadır.
Gurme blogları, foursquare, yelp, zomato, mekanist vs. gez, gör, yorumla siteleri, mobil uygulamaları, instagram, facebook fenomenleri arasında kaybolmuş durumdayım. Kafam karışık; misal nerden olmuş nasıl olmuş, siz durma eylemi içindeyken o 150bin takipçisiyle trendsetter olmuş, oysa ki lisede sizdiniz hem zeki, hem güzel hem de popüler olan. Kafam karışık inan. 
Sosyal medya gezegeninde ordan oraya sürüklenirken bakınız hangi film, hangi sahne geldi aklıma:

http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/1476/arabesk-allah-039im-kor-et-beni *

İşte filmdeki Şener Şen gibi dolanıyorum siteden ayfona ve kendi yazdığım sosyal medyaya giriş duasını okuyorum:

Niyet ettim mış gibi yapmaya.
Misal mutluymuş gibi.
Herşey zaten güzelmiş gibi.
Popüler gibi.
falan filan.

Gülümserken selfie'mi çekiyorum. Ama birkaç saat önce ambulansla gidiyordum hastaneye misal.
Mutsuzlara yer yok.
Hastalara yer yok.**

Dua işe yarıyor. Ve bir süredir planladığım Garage Sale etkinliği için başlat düdüğünü öttürüyorum.

https://www.facebook.com/events/381535682008471/

https://www.facebook.com/fashionutz

Bu etkinliği düzenlerken Ghost World*** filminden ilham aldım. Ve bu filmin görsellerini kullandım. Ve benden duymuş olmayın Steve Buscemi de plaklarını satmak üzere etkinliğe katılacağını bildirdi. Artık siz düşünün gerisini.

(*)1989 yapımı Ertem Eğilmez filmi. imdb puanı: 8.2

(**)2007 yapımı Coen Kardeşler filmi İhtiyarla Yer Yok'a gönderme.

(***)2001 yapımı Terry Zwigoff filmi



Thursday, January 15, 2015

Bak Ne Buldum!

Bendeniz The Queen Ezguita, Boğaziçi Matematik bölümünü bitirdiğimde NBC'nin ya da Yüksel Aksu'nun yamacında film çekeceğimi, sanat yöneteceğimi vesaire düşünmekteydim. Misal "Bankaya iş başvurusu yap" dediklerinde "Banka mı? Öggggkkk" diye yanıt vermekteydim. Mezun olana kadar değilmiş hayalperestliğim. Okulu elime yüzüme bulaştırmadan bitirmiştim. Ama ayaklarımın yere basması için mezuniyetin üstünden 1 yıl daha geçmesi gerekliymiş. Banka deyince kusma efekti veren ben pedagojik formasyon almak olsun, özel ders vermek, Birleşik Krallık konsolosluğunda memuriyet olsun bir ton iş yaptıktan sonra "Profesyonel İş Hayatım"a İktisat Bankası'nda MT olarak başladım. Ve çeşitli bankalarda geçirdiğim günlerin çoğunda "Allahım sen soktun, sen çıkar" sözleriyle işe gittim, geldim. Bu 8-9 yıllık bankacılık kariyerimde bana kalan en değerli şey birkaç dost oldu; en başta Elif ve Mehmet.
İktisat Bankası'nın sahibi Erol Aksoy'un dikta rejimine Elif'le bir olup, dünyayı gezerek ve dümeni mizaha çevirerek pasif direniş göstermiştik. Inranetin ilk çıktığı yıllarda can sıkıntısı ve mide bulantısıyla doğru orantılı olarak artan bir umursamazlıkla birbirimize mailler atıyorduk Elifotto'yla. Bazen kendi başımıza, bazen birlikte yazdığımız öyküler oluyordu bu maillerde.
İşte aşağıdaki absürd hikayeyi eski dosyaları deşerken buldum. Hayalperestlik çoktan boyumuzu geçmiş, kafalar kendilikliğinden güzel iken, birbirimizin beşiğini tıngır mıngır sallarken... dökülmüş aşağıdaki sözcükler klavyeye dokunan ellerimden...

"Manzi kardeşlerin en büyüğü olan Dario, sahibi olduğu Underi Veare di Manzi adlı iç çamaşır markasının genel merkezine geldiğinde saatler gece yarısı 2’yi gösteriyordu. Böylesine geç olmasına karşın bina bir hayli kalabalıktı ve insanlar telaş içerisinde ordan oraya koşuşturuyorlardı. Dario, çok yorgun görünüyordu. Gözlerinin altı torba torbaydı ve yürürken sendeliyordu. Bütün bu telaş, ertesi gün Milan moda haftasında gerçekleşecek olan defile yüzündendi. Manzi İç Çamaşırları defileye her biri Dario ve ortanca kardeş Angelica’nın özgün tasarımı olan elli üç parçayla katılıyordu. Alpaka, kapitone, jarse ve pelüş kumaşlardan oluşan koleksiyondaki çamaşırlar rahat kullanımdan ziyade kadının baştan çıkarıcılığını artırmayı hedefliyordu. Manzi kardeşlerin sloganı "Arzunun Şu Işıldayan Nesnesi”ydi. Ve gecenin o kör vaktinde Milan’ın orta yerinde dev Angeles di Manzi binasında kimler kimler ışıldamıyordu ki? Ortalık sürüsüne bereket süper model doluydu. Gisele, Maria Bizet, Ana Claudia Michel, Ivana Celic vs… Bana gelince, ben yani Vogue Genel Yayın Yönetmeni Silvia Tintotti o saatte, sabahın köründen gecenin bilmem kaçına kadar ayakta dikilmekten bitap düşmüş, bir gram takatim kalmamış olduğu halde hala fotoğraf editörüm Elif Moretti’ye soluk soluğa laf anlatmaya çalışıyordum. Elif, adı size yabancı gelecektir, çok zeki bir kızdı ama kafası o günlerde pek bir dalgın olduğu için çekimlerde sürekli hata yapıyordu, misal pozometre ayarını yanlış yaptığı için tam 3200 Euroluk ampulü patlatıvermişti o gün. Bereket sigortalıydı ampül. Laf Elif’ten açılmışken size biraz ondan bahsedeyim. Elif Moretti, soyadı size yabancı gelmeyecektir, Nanni Moretti’nin kızı. Anne Neriman Aran adında Türkiyeli bir gıda mühendisliği profesörü. Ve hatta geçtiğimiz günlerde Roma’da gerçekleşen Birleşmiş Milletler Gıda Konferansı’nda oturum başkanlığı yaptı. Nanni Moretti, Aran’la 6. İstanbul Film Festivali için İstanbul’a gittiğinde tanışmış, birkaç yıl uzaktan sürdürmüşler ilişkilerini, bi o gitmiş, bi bu gelmiş. Derken baktılar olmuyor evlenip Roma’ya yerleşmişler. Elif de burda doğmuş. Sonra boşanmış anne baba. Anne İstanbul’a geri dönmüş. Yaşanan tatsız olaylara bizzat şahit olan ve İtalya-Türkiye arasında mekik dokuyan Elif de bunalıma düşmüş. Ege’de küçük bir adada, adı şimdi hatırımda deil, uyuşturucu tedavisi görmüş. Psikiyatristler sürekli o ülkeden bu ülkeye sürüklenmiş bu kıza aynı mekanda beş dakikadan fazla duramamak anlamına gelen samiplacefobia teşhisi koymuşlar. Uzun bir klinik tedavisi ve terapi sürecinin ardından Amerika’ya gitmiş fotoğraf okumaya. Amerika’da iki kız arkadaşıyla birlikte route 66’yı geçmişler doğudan batıya, Meksika’ya, ordan da Güney Amerika’ya inmişler. Orda da duramamış yerinde anlayacağınız Elif. Sonra tekrar İtalya… İki yıldır da birlikte çalışıyoruz. Nanni yakın arkadaşım olduğu için onu işe almış deilim. Bu kız hakkatten yetenekli. Ama dalgın bugünlerde. Sebebine gelince…"

Arkası yarın demek isterdim. Ama bu aralar söz vermesem daha iyi. Söz vermiyorum iyisi mi?