Thursday, March 5, 2015

Biz Bu Kasabada Yabancıları Sevmeyiz

Nadide ve nacizane blogumu okuyan nadide ve saygıdeğer arkadaşlar,
Sizlere seslendiğim Alderaan gezegeninde yaklaşık 2 haftadır bendeniz Padme Ezguita zor günler geçirmekteyim. Elbette zor günler oluyor arada. Ama bu seferki biraz daha şiddetli. 
Daha önce de bahsettiğim gibi Naboo gezegenine ait ordunun başkomutanı Haşmet Han Solo Distonya gezegeninin başlattığı atakları püskürtmek üzere ikamet ettiğimiz Alderaan'a gelmiş ve 12 tabur jedi ordusunun başına geçmiştir.
Çatışmalar 4 ayrı cephede sürmektedir. Allah ne muradı varsa versin; Yoda her sabah skype üzerinden benimle meditasyon yapmaktadır.
Yalanım varsa arap olayım, kürt olayım, ermeni olayım. Beyaz Türk mertebesinden atılayım gerekirse.
Ya olmuyo işte olmuyo, cıvıtmadan, ciddi ciddi, trajik ama asla komik olmayan bir yazı yazayım diyorum. Sizler de Babam ve Oğlum'daki gibi hıçkırıklara boğularak, kadınlı erkekli, bildiğin sesli sesli, katatoniye girmiş şekilde ağlayın bu bir türlü yazamadığım yazıyı okuyarak.
Ama bu moda girmek zinhar imkansız bu bloga sadece bir adım attığında bile. 
Dostlar Rezidans'ta ahval böyle; sevgili kuşburnu reçelini sevenler kümesi.
Peki şerait nasıl dersiniz? Evet şartlar da sarsıcı. Ama Kavur ailesi olarak şartlar ne kadar sarsıcı olsa da "öldürmeyen şey bizi güçlendirir" diyoruz.

Bir de altını çizmek istediğim bir nokta var; farkındaysanız politika ve ekonomi gündemini takip etmiyorum. Bu, bilinçli bir tercih. Politika ve ekonomiyle ilgilenmediğim anlamına da gelmiyor gündemi takip etmemem. Kendimi bildim bile ülkemin insanları bana en uzak politikacıları seçti ve her başa gelen politikacıdan kötüsü olmaz derken biz, her yeni gelen gideni arattı. Ve ekonomi hiçbir zaman düze çıkmadı, krizlerin hep elleri kulaklarında, pusuya yatmış bekliyorlar.
Bu bir nevi korku yayarak insanları sindirme taktiği.

BU KASABADA:
Sinmek yok.
Korkmak yok.
Negatif enerji yok.
Pes etmek yok.

Mevzu ne olursa olsun.

Tuesday, February 24, 2015

And The Oscar goes to...

Casino Royale (2006)
Sevgili Sümko sitesi sakinleri, lütfen şu sitenin adını değiştirin. Yazık günah, kendinizi düşünmüyorsanız çocuklarınızı düşünün. "Nerede oturuyorsun?" sorusu sorulcak diye üçbuçuk atıyor küçük kalpleri. Hep bunun ezikliği içindeler, yalan söyledikleri bile oluyo; misal Sümbül Rezidans diyenini duydum ben bizzat, kendi kulaklarımla.
Sırf küçükler değil, çiçeği burnunda bir üniversite öğrencisi genç kadın düşünün, kendi fen edebiyatta ama mühendislikten bir yakışıklıyla flört ediyorlar. Her sohbet 1 santim daha yakınlık demek. Derken delikanlı ders çıkışı "Bostancı civarında işim var, hazır karşıya geçiyorum seni de bırakayım, Kozyatağı'nda nerede oturuyordun?" diye soruyor, şöyle bir cevap geliyor; "Süm... eeee... sü... Dilkum ya, Dilkum" 

Dilkum versus Sümko! Dilkum Sümko'ya karşı. Yakında sinemalarda. Daha hiç kapışmadan Dilkum açık ara fark atar. Çağrıştırdıkları şeylere bakmak kafi; Dilkum bir koy ismi kuvvetle muhtemel, Ege'de, Akdeniz'de masmavi bir denizi kıyılayan ışıl ışıl kum taneleriyle bir kumsal. Diğeri ise bildiğin bir mide bulandırma cihazı.
Şimdi ben bunları yazarken ABD Akademi üyeleri Oscar heykellerini dağıtıyorlar. Ben de aldım bir tane Eminönü'nden, çakma. Gerçeğini ruh ikizim Patricia aldı. Maaile star, 4 kardeş 4ü de Hollywood'a girmeyi başardı. Ama esas sıkıntıyı kardeşlerin en büyüğü Rosanna çekti. Sayısız deneme çekimine gitti, en sonunda Şeytanın bacağını kırdı. Bir tv dizisinde rolü kaptı. Diğer kardeşler hep hazıra kondu. 

Eveettt dün sabaha karşı başladığım bu hafif meşrep yazıyı birazdan bitireceğim. Hem yorgunum, dolu bir gün geçirdim. Gonca'yla yükte de pahada da ağır konuşmalar yaptık, üniversitede kendisinden ders aldığım kanatsız melek Kriton Curi parkında bir yukarı bir aşağı yürüyerek. Derken akşam oldu; evli evine, köylü köyüne, evi olmayan sıçan deliğine gitti. (Tam parantez açma yeri; nasıl bir tekerleme arkadaşım bu böyle, evsizleri sıçan deliğine yolluyorlar, görüyor musun bak, vicdansız bunlar!)
Allahtan evim var, evime geldim. Tahmin ettiğim üzere Ömer Bey 4314.sü çekilen James Bond filmlerinden 2000 küsuruncusunu izliyordu geldiğimde. Çok çalışıp, çok kafa yormaktan sürmenaj noktasına yaklaşan Bay Ömer, artık "Merhaba, nasılsın?" sorusunu bile algılayamaz bir noktaya gelince ruhunu sağaltmak üzere çareyi 007 kod adlı Ajanı takip etmekte buldu. Herkeşin popisi farklı ne de olsa.*
James Bond'un üstüne BirdMan'i seyredelim dedik. Film başlar başlamaz Inarritu Abi'ye geçmişte bazı mevzulardan gıcık kapmışlığım olduğu için başladım bıdı bıdı konuşmaya iç sesimle. Bıdıbıdıdan izlemiyordum aslında filmi ama bu, kendi kendime film ve yönetmenle ilgili bazı sonuçlara varmama engel değildi. Ama mesnetsiz sallıyordum ya içim de rahat değildi. Ürettiğim tezlere yandaş bulmalıydım ve bunun üzerine başbilirkişim Mehmet'i aradım. Mehmet yönetmenle ilgli tüm çıkarımlarımı desteklemedi. Ve hatta öyle bilmiş konuşuyordum ki filmi izlemeye yeni başladığımı söyleyince "E bitir bi bakalım önce" dedi. Allahtan "Tebrik ediyorum bravo" demedi. Bu, onun kızdığında söylediği dövemiyorum bari gülerek sinirimi bastırayım cümlesiydi zira.


Başbilirkişimin sözünü dinleyerek, "Geçmişte yaşananlar geçmişte kaldı, affettim seni Inarritu" diyerek filmi izledim. Ve sevdim! Edward zaten bildiğiniz gibi exmanitam, Emma Stone zaten isminden de anlaşılacağı gibi tam bir taş, Naomi desen yaşlansa da, kim yaşlanmıyor ki?, 10 numara. 
Arkadaşlar bırbır konuştuğumun farkındayım. Herşey geçen gün sözü kesilen bir arkadaşımın, adı Merve, fotoğrafının altına Mebruke adında bir hanımteyzenin yorum yazmasıyla başladı. Bu isim beni derinden etkiledi. Ruhumda bir yer edindi.
Benim Adım Mebruke isimli romanı yazmaya bu sayede başladım...

(*)Çok sevdiğim bir video:

Wednesday, February 18, 2015

Nihat, Günaydın mı? İyi Günler mi? Geceler Uzun da peki ama Sessiz mi?

Girl, Interrupted*
Distonya Cumhuriyeti'nin yılmaz askerleri distonik kasılma seferlerine başlamak üzereler. Bir süredir her gün değişen saatlerde Ezguita kentinin inanç ve sabır kapılarına şiddetli saldırılar düzenlemekteler. Bunun üzerine kentin kraliçesi 3. Ezguita merkezi yönetimden Nişantaşı Grandükü Haşmet Hanağası'nı ordusunun başına getirdi. Genç yaşına rağmen bir savaş stratejisi dehası olarak dünya alemce kabul edilen Grandük Haşmet Bey, Distonya ordusuna karşı yürütülen tüm saldırı, savunma taktiklerini değiştirdi. İlerleyen günlerde yeni stratejist ve stratejilerin sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.
Bu girizgahtan ve son yazılardan kolaylıkla anlayacağınız gibi şimdiki zaman pek de parlak ve eğlenceli değil. Bir zamanlar Ömer Kavur henüz esnaflığa adım atmamış, mahalleden Erol, dükkana girip "Kavurmacı Amca, bir pergel, bir kapiçino bir de kortado alacağım" cümlesini henüz kurmamış iken... Lafı dolandırmadan söylersek Ömer The Pitt, hala bir rock yıldızıyken... Onun kızlardan mürekkep hayran kitlesini bando takımına benzetirsek; ben bu bando takımının "la majörü" iken... Tüm hayatımız beyaz yakalı ve beyaz yakasız olarak birbirine taban tabana zıt 2 tarz arasında şizofrenik bir şekilde akıp giderken... Eveeeettt sabah 9- akşam 6 kurumsal, akşam 9- sabah 6 'marjinal', 'orjinal', 'kool and the hipster' ve hatta 'hey anarşit, sittir' modunda yaşarmışız dertsiz tasasız. Farkında deilmişiz ama, kurumsal binada 2de 1 yangın merdivenlerine sigara molası diye gidip öpüşürken hayat hep böyle devam edecek sanıyormuşuz. Oysa rock yıldızı dönüşünce tükkan sahibi bir esnafa birçok şey de dönüştü tam zıttına. "Newyork'ta böyle şeylere çok değer veriyorlar" sözüyle bir kuşağa ilham vermiş, muhalifliğiyle nam salmış Famous, part time Rock Yıldızı, part time proje plancısı oldu mu şimdi size muhafazakar bir dükkan sahabısı. Sakalı da cabası. Bendeniz o zamanlar Almost Famous** tadında sıska bir Uma Thurman'dım zannımca. Şimdi True Romance'teki*** Patricia'yım. Tabi daha uzun, şişko değil ama balık et modunda. Ama ruhum tam tamına Patricia.
Fırat Bey öncelikle şunu belirtmek isterim yazılarım hakkında söyledikleriniz beni aşşşşşııırıııııııı mutlu etti. Ayrıca ben zaten daha kimse sormadan bıdıbıdı konuşan bir tipim. Blogta da yazıyorum kendimden, çevremdekilerden. Ama bazısını atıyorum ya da daha ziyade mübalağa ediyorum. Misal bu yazıda da salladım az bişi. Yani ben deilim blog ifşacısı. Aman diyim yanlışlık olmasın. 
Yanlış da olmasın. Emin değilsen boş bırak.

Not: Sanırım bu konuya (eski vs yeni) kaldığım yerden devam edicem. Az daha sonra...


True Romance filminden bir kare Patricia Arquette
(*)1999 yapımı James Mangold filmi
(**)2000 yapımı Cameron Crowe filmi
(***)1993 yapımı Tony Scott filmi