Friday, October 16, 2015

Komşu Komşu Hu Hu Oğlun Geldi mi? Ne Getirdi?

Roberto Rodriguez'in 2003 yapımı Bir Zamanlar Meksika'da adlı filminin bir illüstrasyonu (Selma Hayek, Jonny Depp ve Antonio Banderas)
İçimden geçenleri yazmam mümkün değil. Çünkü negatif hepsi. Şu an hepsi negatif. Günümüzde ise negatif konuşmak çok uncool. Ağlamak da. Ağlıyorsan zayıfsın, güçsüzsün. Negatiflere, ağlayanlara, güçsüzlere yer yok. Bir de şişmanlara. Bakıyorum artık nerdeyse herkes kilo olarak zayıf. Herkes mutlu. Herkesin burnu havada. Herkes assolist. Herkes kendine uyan birkaç filtre, birkaç hashtag bulmuş. Hastalar, güçsüzler, şişmanlar, fakirler görüntü bozuyor. 
İtiraflardayım. Zaman zaman. İşte şimdi de.
Bir düşmekteyim bir kalkmakta. Sıklıkla sendelemekteyim.
Gülüşlü yazamıyorum.
Hadi benden geçtim. Katliamlar ülkesi oldu ülkemiz. Ruanda'dan korkardık ya biz, dünya alem bizden korkmakta şüphesiz.
Olanlara bakınca akıl ya durmakta ya da baştan gitmekte.
Bomba atılır sivillerin üstüne. Bu, bir.
Ölü ve yaralılarla doludur meydan. 
Bağrış çığrış. 
Bomba yetmez, kalan sağlar mı var, onlar da ölsün hesabı. Gaz bombası, tazyikli su, önümüze gelene bin tekme tokat, bir de jop ve hatta silah. Bunlar da iki ve üç ve dört...
Tabi ki Roberto Rodriguez'in Ankara, Sıhhıye Meydanı'nda çektiği filmden söz ediyorum. Pes doğrusu, gerçek mi sandınız?
Filmin adı; "Bir zamanlar Ankara'da." "Nuri Bilge Ceylan'dan arak kesin" dediniz belki içinizden. Değil ama. "Bir Zamanlar Anadolu'da*"dan önce "Bir Zamanlar Meksika'da"yı çekmişti Robertitito. Araklasa araklasa NBC araklamış olur. Ne zırvalıyorsun Ezguita? Ne arağı? Ne küreği? NBC bir usta. Roberto bir başka usta. Bambaşka paralel ve meridyenlerde bambaşka filmler çekmekteler. Ne güzel. İkisine de var yer bu dünyada.
Tıpkı sana, bana, kara kediye, ağaca, suya, ineğe, dağa yer olduğu gibi bu dünyada sana Selahattin; sana da yer var.

(*)NBC'nin (Nuri Bilge Ceylan) 2011 yapımı filmi 

Tuesday, September 29, 2015

Bir Gün Okula Giderken - Bölüm 1: Vampirle Görüşme


Dikkat: Aşağıdaki yazı birtakım matematiksel terimler ve espriler içermektedir.

Yıllar yıllar önce, 90'lı yıllarda doğanlar henüz bebe iken boğaza nazır, enfes doğaya, mimariye, atmosfere ve manzaraya sahip dünyadaki sayılı okullardan birinde her ne hikmetse matematik okumakta idim. Bana kalsa genelleme yapmakta hiçbir beis görmeyeceğim ama mesnetsiz sallıyo demesinler, en azından şundan %82 eminim, matematik bölümü gerek hocalar ve gerekse öğrenciler açısından bir hayli renkli, çatlak, nevi şahsına münhasır bireylerle doluydu, ben de dahil. Anlatacak ve de yuhanzi nidaları attıracak öyle çok olay var ki, di mi canım arkadaşım? Bu soruyu direkt sana sordum Füsun. 
Müge'yi bu işin içine hiç sokmayalım; zira kendisi matematik lisans eğitimi yetmezmiş gibi üstüne dünyanın unuttuğu, işte bu sebepten de Coen Kardeşler'in Fargo'yu çekerek hatırlattığı, eskimolara 233 km kala, karlı kaplı coğrafyaya gidip predoc, doc, postdoc, artık Allah ne verdiyse onları yapıp, ve hatta Fargo'nun çekimleri esnasında Steve Buscemi'yle tanışıp ülkemize döndü. Bir müddet görüşemedik. Dil konusunda özel bir yeteneği olan Müge, Türkçe ve Grek alfabesiyle İngilizceyi harmanlamış değişik bir tür denemesine girmişti. Ben ilk kızı doğduğunda ona pısay*, muhtemel bir ikinci olursa da kısay* ismini verir diye korkuyordum. Çok şükür vatanımıza tekrar adapte oldu. Kızının adını Eylül koymakla kalmayıp Güneytito'nun isim annesi koltuğunu Seda ile paylaştı. Paylaşımda hiçbir sorun çıkmadı; tek sayılı günler Seda'nın, çift sayılı günler de Müge'nin oldu. (Hocam nasılım ama; bire bir ve içine bir fonksiyon, eleman sayıları eşit olmasın sakın? (Matematiksel bir espri, baba esprisi sanılmasın aman diyim))
Bizler (50 kişilik bölümde 43 kişi) teoremler, lemmalar, assumptionlar ve akabinde show that, prove that ile cebelleşirken, "ya ben burayı kazandığıma göre zekiydim sanki, ama okuyom, bakıyom, ekliyom, çıkarıyom (O zamanlar bendeki İzmir aksanı henüz kaybolmamıştı) hiç ama hiç bişi anlamıyom, aptal mıyım mı acaba" haleti ruhiyesi içinde düş baba düş düş özgüveni düşürürken nicedir artan bir merakla uzaktan gizlice izlediğim, sinema klübünün kapısını ansızın gelen bir cesaretle çaldım ve içeri girdim.


Arkası fena halde yarın...

*Matematikte Grek alfabesi kullanılıyor. Okunuşları pısay ve kısay olan harfler de şunlar:
ψ: psei
ξ: ksei 

Friday, September 25, 2015

Baba ve Oğul... Baba ve Kız...



Sokaklar kurban bayramı münasebetiyle hayvan ve pisliği kokuyordu bir süredir. Birkaç güne kadar geçer koku.

Bugün bayramın ikinci günü. Saat sabah 5.30.
Lokasyon İzmit.






Arkamdaki yatakta tatlı su balığı babasına yapışmış uyuyor, simbiyotik bir ilişki kurmuşlar baba ile oğul adeta.
Kızsa günlerden tam da bugün, yıllardan tam 12 yıl önce kaybetmiş babasını. Her ölüm erken değildir aslında. Ama baba erken gitmiş. Kızın daha soracak sorusu, kızacak ya da sıkı sıkı sarılacak sebepleri varmış oysa. Ve tıpkı bu gece olduğu gibi ansızın açıverince gözlerini parmak uçlarında sokularak yanına babasının nefes alıp almadığını kontrol edesi...
Babanın nefesi kızın yanında kesilmedi. Kız babasının sesini bir gece önce çalan telefonun ahizesini kaldırınca duydu son kez; "Ezguita telefonu annene verir misin" demişti baba sadece.
Her ölüm erken değildir ama kızın eski evinde kömür gözlü oğlan ve baba simbiyotik bir ilişki kuramadan gitmişler diğer mekana.
Bu kez kız ve anne kurmuşlar, kurmak zorunda kalmışlar, simbiyotik midir nedir her ne haltsa onu.
Nereden çıktı bu zehir zemberek konu?
Bildim ben, sebep kurban bayramı nedeniyle sokakları saran bu kesif koku.
Hem sen böyle iç karartmacı yazarsan kimse seni okumaz.
İnsanlar gülmek istiyor babe.
Gerçi Türkiye en az gülen insanlar ülkesiymiş, sokakta gülünce kendi kendine kaçık, deli, çılgın, kafası güzel besbelli denirmiş.
Varsın öyle olsun aman deyim Ezguita senin hashtaglar şunlar olsun:
#mutluyum #mutlusun #mutlu #mutluyuz #mutlusunuz #mutlular
#güzelim #pozitifim #kalkkalkdansedelim

https://www.youtube.com/watch?v=_rIvOAaGJek