Friday, June 13, 2014

Bir Zamanlar Olup Bitenler Devre Arası C Blok'ta

Ghost World (2001)
Evvelsi gün geçmişte bir hayli önem arzeden, bir hayli sevgi beslediğim, bir hayli yakın hissettiğim oysa şimdi hayatımda bir saniye bile yeri olmayan, ara ara kızgınlık ve kırgınlık arasında gidip geldiğim, yollarımızı ayırdığımız dost kavminden bir insana hiç hesapta yokken merhaba yazdım. Kırgınlık ve kızgınlık bir anda yok oldu. Yerlerine güzel anlar oturdu ve sevgi kelebekleri odaya doluştu. Hesapsız kitapsız karşılıklı söylenen birkaç cümle kafi geldi ama. Özlem geldiği gibi usulca gitti... Yaşlandığımın belirtisi olarak yorumladım bu iyilik ve özlem duygularının birkaç cümle ve dakikayla sınırlı kalmasını. Oysa ben gençken, baştan aşağı tutku ve sevgiye kesmişken dip dalıp denizin 20bin fersah altında basınçtan kafa göz yarmadan çıkmazdım o sulardan.

Tutku ve aşk sadece karşı cinsle sınırlı değil tabi ki. Kızların kankalığının da bazen değme aşk hikayelerinden farkı yok. Aynı sahiplenme beraberinde gelen aynı akıllara zarar kıskançlık. Ve cümle elaleme rezil olma pahasına sesi iyice tizleştirerek ve çatlatarak edilen kavgalar, akabinde küsmeler. Duble ihtiras. 

İşte evvelsi günden sonraki gün yani dün de mailboxımın tozlu raflarında gezinirken ahir zamanlarda başlayıp uzun uzun yıllar süren, 88 kere küsüp 98 kere barıştığımız, 89.da bu kez ebediyete kadar küstüğümüz canım canım kız dostlarımdan birine Buenos Aires'ten attığım mail çıktı karşıma. "Ben de seni çok özlüyorum"la başlayıp "Seni seviyorum"la biten. Maili görüp okumamla can dostuma göndermem yine bir anda oldu. Düşünülmeden yapılan motor hareketler gibi, refleks gibi misal.

2 dakika sonra cevap geldi: "Passionate love affair'di bizimkisi mübarek, benim de arada karşıma birşeyler çıkıyor ya da gözümün önünden geçiyor".

30'lara merdiven dayıyor olsaydım misal bu lafın üstüne Amsterdam'a gider, herşeyden önemlisi sevgi der, kanayan yerleri batticonla silip flasterle bantlayıp, ilişkimizi onarmış olmanın dayanılmaz hafifliği içinde gülümseyen bir yüzle dönerdim evime...

Oysa şimdi bu kadarı kafi geldi. Dip dalacak bir durum yok. Yaşandı bitti bol inişli çıkışlı, bol saygılı, sevgili, kaygılı. Ama bak 2si de duruyor bende, yerli yerinde. Zaman geçti. Götürdü kötü hisleri beraberinde. Şimdi dünya kupası başladı. Önümüzdeki maçlara bakmalı. Hem bu, Güneyto'nun ilk dünya kupası!



Wednesday, June 11, 2014

40 metrekare Almanya*


Saçlar bildiğin Star Wars Padme Amidala, yıkılıyo!!!
Bu yazıyı Alamancı, güzel mi güzel, çekici mi çekici, (Cesaretli mi? Bence evet) aplamızla açıyorum sevgili müzik dostları. Karşınızda Sultana! Ve en bombastik şarkısı geliyor: Kuşu Kalkmaz:)

Bi zavallı hatçe düşmüş bi kere 
Çalışır pavyonda küsmüş feleğe
Açmış kalçasını tef-tef çalar
Sallar çalkalar her gece
Sulanır hergele salyası akar
Döndü'ya kalkmayanı hatçe'ye kalkar
Hergeleye baksanıza hergeleye
Maskesi düşmüş dönmüş keleğe
Koca eşek hergele sen nereye
Böyle telaşlı telaşlı acelece
Çıkınca işinden her gece
Koş koş meyhaneye
Kerhaneye hoş hoş
Sonra (niye) gelir evine boş boş
Döndü'ye gelince (hikaye)
Bekler onu evinde her gece
Hazır akşam sofrası
Çorbası salatası
Ağızlara layık kadınbudu köfte
Bekler de bekler
Sevgili herifi nerde
Bilmez ki meyhane de kafayı çekmiş
Şarhoş o! mayhoş o!
Yedirmiş hatçeye
Para yok cebinde
Yazık döndü laf edemez katlanır
Yoksa yer tokat tekme kapaklanır
Sabreyle işine hayır gelsin
Derler ya başına
İki çocukla döndü n'apsa boşuna
Herşey başta hoş ama
Piçi çıktı sonunda
Günah yapanın boynuna

Evet bu aralar her yazımda muhabbetin bir yerini belden aşağıya postalıyorum.

Bu Sultana önemli bir sosyo-ekonomik, psiko-sosyal vs disiplinler arası mevzuyu başarılı sözleri ve bestesi olan bir şarkıya dönüştürürken ucuz ve basit bir eylem içinde değildi herhalde. Hafifmeşrep de değildi Çerkez kızı. Kaldı ki olabilirdi de. Toplumsal normların dışında olanları ahlaksız olarak nitelendirmek ya da öyle olduklarını ima etmek, "Hadi şimdilik yırttın ama bir daha benzer bir davranışını görürsem çok pis kategorize ederim bak" gibi aba altından hatta doğrudan sopa göstermek... Yürürlükten kaldırmak istediğimiz davranış biçimlerine birkaç örnek.
Şarkının sözlerini Google'da aratırken bir de ne göreyim "asi, aykırı" Sultana da yenik düşmüş Müge Anlı- Esra Ceyhan Kadınları Pasifize Etme Derneği’nin baskısına:

"Cosmopolitan: Sizce Türkiye'de müziğiniz ve tarzınız nasıl algılanıyor?
Geçen gün ben de 'İnsanlar benim hakkımda ne düşünüyor?' dedim kendi kendime. 'Kuşu Kalkmaz' diye bir şarkıyla tanınmışım. O şarkı bile tamamen yanlış anlaşıldı. Son birkaç yıldır İstanbul'dayım ya, şimdi olsa böyle bir şarkıyı yapamazdım. Şarkı ilk çıktığında insanlar, 'Aklını mı kaçırdın, deli misin, böyle bir şarkı nasıl yaptın?' diyordu. O zamanlar onları ve bu sözleri anlayamamıştım ama şimdi ne demek istediklerini çok iyi görüyorum. Çünkü buradaki kafa yapısı çok farklı, benim bakış açım farklıydı. Küçüklükten beri hep burada yaşasaydım böyle bir şarkıyı hiç yapamazdım diye düşünüyorum. Çünkü kafada küçüklükten itibaren kalıplar oluşuyor. Bunu şimdi anladım. Sonuçta hip hop'ta dürüstlük çok önemli. Oysa ki gerçekte insan, toplum içinde ne kadar ikiyüzlü davranırsa o kadar iyi oluyor. Bizim önce dürüstlüğe alışmamız lazım." 

Neden biz toplum topalak olarak geri, güdük hatta hödük kaldık? Atalarımız kımız içmekten gen yapımızı mı bozdular? At üstünde bir o yana bir bu yana seğirtmekten kafaları Sponge Bob ve hatta Patrick'e mi bağladılar? Bir Macarlar bir Finler yırttı da biz Törökler (Török Macarca Türk demek) neden hala annemizin margarinini kullanıyoruz? Kımız içip at biniyoruz?

(*)1986 yapımı Tevfik Başer filmi

Friday, June 6, 2014

Bir Konuşursam Çok Kişinin Başı Yanar!

Dün uzun aradan sonra ilk kez ofise gittim. Franz Kafka'nın Şato'sunda tasvir edilen türden bir boğulma hissi veren 27 adet futbol sahası büyüklüğündeki binaya girer girmez "Honey, I am home" diye bağırdım. Bu yırtık ve sevimli şımarık ofise sesleniş cümlesini anksiyete nöronları hiç kaale almadılar; bir süredir damardan daldıkları kah clubber kah yerli kabile üyesi misali boogie boogie danslarını hiç istiflerini bozmadan sürdürdüler. İnsan iki rahatlar, iki "kutumdan aşşa kasımpaşa" der, milleti sallar. Kutu demişken burada ufacık bir parantez açarak bazılarına göre iyice seviyeyi düşürme pahasına, bendenize göre ise dilimizi, dünyamızı zenginleştirme adına kadın cinsel bölgesine verilen isimler arasında bir tanesine çok güldüğümü söylemek istiyorum. Ekseriyetle ağdacıların cümle içinde kullandığı "Paket var mı abla?" ifadesinde yer alan paket sözcüğü. Paket ne ya?
Aslında gerçekleri biraz çarpıttım. Olay şu şekilde gelişti; bendeniz Ezguita from the block ofise gitmek üzere giyindi kuşandı ve taksi yerine dolmuşa binmeye karar verdi. Evinden e5'e kadar yürüdü ve dolmuşa bindi. Ofis mahaline gelip de dolmuştan inince 1 km kadar yolu cat walk tadında yürüdü. Ve binaya girip de turnikelerden geçince bir anda kal geldi, saçmaladı gene saçmaladı. Kim kime dum duma aslında. Sosyofobik durumlarda kim kime dum duma diyerek Yıldız Tilbe dansı yapsam? Ne dersiniz? Bence mantıklı.
Yazıya dün gece başlamıştım ve ipadte bir sürü yazdıktan sonra çay demlemeye gittim geldim, bi de ne göreyim? Tüm yazdıklarım uçmuş. Acayip canım sıkıldı, aklımda kalanları yazayım dedim, ilki gibi olmadı.
Nerden, nasıl geldim bilmiyorum ama mutfağa gitmeden hemen önce Lady Diana olduğumu iddia ediyordum. Meğerse ben Prenses Lady Diana'ymışım. Paparazzilerin tüm özel hayatımı didikleyerek ifşa etmesi, özel diye bir mefhumun kalmayışı ve içine düştüğüm aristokratik yaşamın getirdiği ciddiyet, kasım kasım kasma, sahtelik, bi rahat olamama, çağrı merkezi çalışanları gibi yazılı metinler dahilinde konuşma... Tüm bunlar beni o hayattan bezdirdi ve kurmaca bir trafik kazasıyla hesapta Diana hakkın rahmetine kavuştu. Oysa gerçekte Diana ölmedi, bir dizi estetik operasyon geçirdim ve Ezguita oldum. Kraliçe Elizabeth'ten uzak, bu kentte, bu mahallede, bu koordinatlarda mutluyum.