Wednesday, September 17, 2014

Barton Fink sendromu - Bölüm 1

Sevgili uğur böcükleri,
Bir süredir tıp literatüründe Barton Fink* ya da Charlie Kaufmann** sendromu olarak geçen hastalığa yakalanmış vaziyetteyim. Kimdir bu sendroma adını veren zatı muhteremler? Barton Fink adından da anlayacağınız üzere Hollywood mecralarında fink oraya fink buraya gezip tozarak vakit öldüren, enerjisini boş yere tüketen yazar olup senaryo kapma heveslisi görünümlü şımarık bir mirasyedidir. Yok gız salladım; tam tersi çok yetenekli ve son derece naif bu genç tamamen box office rakamlarına endekslenmiş, klişelerle dolu, yaratıcılığı öldüren vahşi Hollywood ortamına ayak uyduramamakta, "ama haksızlık bu" diyerek dolanan civciv Calimero edasıyla ortalıkta gezinmektedir. Hollywood'un astığım astık kestiğim kestik kuralları Barton Calimero Fink'i yaratım krizine sokmaktadır. Boş sayfalara boş boş bakmaktadır...

Bir diğer yaratamamanın eşiğindeki Hollywood yazarı Kaufmann'ın durumu da kötüdür; bu göbekli, iri kıyım arkadaş ise şizofreniye bağlamıştır; ruhunu satıp ticari filmlere mi imza atsın, yoksa fakir ama onurlu mu yaşasın karar verememekte, birinden ötekine salınmaktadır...
Ben yapılan tetkiklerde Barton Fink sendromu çıktım. Ve kafayı dağıtmak, istirahat etmek için Ege sahillerine gönderildim. Aile fertlerinin bazı sabote edici davranışlarına rağmen bir miktar rahatlayabildim. Ve hatta Deniz Seki'nin kol çapına erişmeme birkaç milim kalmışken beni gören amcam 11 dev adamın antrenörüymüşcesine olaya el attı, beni rejime soktu. Paralelde insana ana rahmindeki huzuru hissettiren Ege sularında attığım kulaçlar ve seksi, enerjik, bombastik reggaeton şarkıları*** eşliğinde salladığım elmalar, kavunlar işe yaradı; tastamam 3 kilo verdim. Şeytanın bacağını kırmıştım en sonunda. Aradan bir iki gün geçti geçmedi şeytanı gördüm sokağın başında, ayağı alçıda. Mahallenin köpeklerini toplamış, fısıltıyla birşeyler anlatıyordu. Çok geçmeden çıktı kokusu; Amcam "arabam" dediği bisikletinin tepesinde çarşıya inerken mamahallelinin dost diye bildiği köpekleri amcama saldırdı ve içlerinden en andavalı amcamın poposunu ısırdı. Şeytan öcünü yaşam koçu amcamdan almıştı.****
Diyeceğim o ki bu tatil bana yaradı. Ama rejim ve reggaeton ve amcamla oluşturduğumuz voltrana bir halka daha eklenmesi gerekiyormuş tekrar yazabilmem için. Peki kimdi bu zincirin son halkası?

AZ SONRA...

*Coen Biraderlerin 1991 yapımı filmi
** Spike Jonze'un 2002 yapımı filmi
***İnsanı pıt atmışcasına uçuran bu şarkılara bir örnek vermek istiyorum: 

http://www.youtube.com/watch?v=e6_uyho-wnI

****Malesef bu olay gerçekten yaşanmıştır. Ama aşılarını yaptıran amcam çok şükür kudurmadı. Yalnız ben olayı ifşa ettiğim için muhtemelen şu an sinirden deliye döndü. ay lav yu Mr. Tinti:)

Ben ufaktan kaçayım iyisi mi.











Saturday, September 6, 2014

Sağlam Kafa, Sağlam Vücut ve Reggaetonun Gizli Çekiciliği

Tatil modu süper! Minimal bir yaşamın da mümkün olduğunu tekrar görüyor insan. Koca bir yılın maksimum sadece iki haftasını tatil modunda geçirdiği için şehirli ve kurumsal hafıza galip geliyor olsa gerek. Oysa gerekli malzemeler hepi topu şort, tişört, parmak arası terlik... Şehirden getirdiğin onca kıyafet taşınması ayrı, yerleştirilmesi, toplanması ayrı birer eziyet, birer külfet.
Ayrıca denklem basit; temiz hava, bol gıda ve sağlam kafa sağlam vücutta bulunur... Bu son önerme (sağlam kafa ve vücut birlikteliği) Atatürk'ün sözü sanıyordum ama şimdi internetten 'biraz' baktım; bildiğin kımız içip at üstünde ordan oraya seğirten atalarımızın sözüymüş. Bir de seksist dil burada yine karşımızda; hayır neden 'ATA'sözü? Analar pısmış, oturmuşlar mı? Hiç mi bir laf etmemişler? İnsanoğlu, bilimadamı, atasözü... Getirin kadın argosu sözlüğünü; birkaç küfür edicem bu ahval ve şeraite...
işte zeki, çevik ve ahlaklı sporcu kardeşlerim; kafayı sağlam tutmak için yola koyuldum. Birçoğunuza ve hatta neredeyse tüm Türkiye'ye ramazan davulcuları aracılığıyla duyurduğum zayıflamamın dayınılmaz gerekliliği sorunsalı üzerine parasını bastırıp aldığım spotify programını efektif kullanarak Dj Ezguita listesi oluşturdum. ve şu sıralar en gözde şarkılarım benim seksi, kıvrak, estetik reggaetonlarım!
Reggaeton nedir, kaça ayrılır, ne solunumu yapar? vs gibi sorularınız için bakınız:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Reggaeto

Kulaklıklarımı takıp listedeki şarkıları dinlediğimde dağılıyor kem düşünceler, elem ve keder. Vücut salınmaya başlıyor nadide ve zarif hareketlerle.
Bir de bu dansın piri bir kadın dansçı keşfettim, kendi kendime analar neler doğruyor dedim, atalar avare avare at üstünde seğirtirken. İşte karşınızda Inga Fomihykh! Aç parantez; İşin enteresan tarafı dans latin kökenli, grup Kübalı olmasına rağmen Inga apla Rus. Kapa parantez.

http://www.youtube.com/watch?v=RvMMZxrcsec&index=1&list=PLIMy8YzqaRScP1FyWFR0g-0BoJWcBU6o2
http://www.youtube.com/watch?v=EaQSMyditzg

Wednesday, August 27, 2014

Duy Sesimi Her Yerden Duy

Vavien
Bugün de kendimi ve de siz sevimlilik böcüklerini eğlendirmeyi başarabilirsem şayet büyücenek bir başarıya digital imzamı atacağım. Şöyle ki birtakım sıkıntılar garbın afakını sarsa bile yıllar yıllar evvel sınır tanımayan bluğ çağı asiler derneğinin baş gediklilerinden biriyken izlediğim ve exorsist gibi boynum 360 derece dönerken havada saltolar atacak kadar etkilendiğim Ölü Ozanlar Derneği filminde ilk kez duyduğum Carpe Diem / Anı yakala filini hayatıma geçirir hale gelmişim demek. 
Geçmişe takılma, olan oldu, hem zaten sevilmiş popişkonun davası olmaz.
Gelecek için endişelenme, her an her şey olabilir, bakınız Lady Diana. Hem kim derdi ki seninle birgün ayrılacağız? veasire.
Evet tek odaklanılması icap eden an şu an. 
Vay be 25 yıl sonra yapabiliyorum.
Şimdiki Zamanın Gücü Adına!
Güç bende artıkkkkkkk!
Kill Bill ya da Death Proof'taki savaşçı kadınlardan biriyim artık. 
Vildan Abla, olmuş mu gı?
...
Dikkatinizi çekti mi bilmem ama "O değil de" söz öbeğini yazılarımda kullanmaya başladım. Bu söz Tüm Zamanların En iyi 10 ya da 20 Türkiye Filmi Listesinde deniz manzaralı bir dairesi olan Vavien adlı, şaka gibi insan Engin Günaydın'ın yazıp oynadığı filmden bir replik. Engin Günaydın, aşık olduğu pavyon şarkıcısı kadınla konuşurken loser'lık (kaybeden) mertebisinin en tepesine çıkıyor ve her cümleye ezik büzük "O değil de" diyerek başlıyordu.*

(Bu bilgiyi sizinle paylaşmış olmanın haklı rahatlığı içimde) O değil de esas ben geçen ne yaptım? Kahve Kavurma ustası Ömer Kavur Cihangir'e kahve sevkiyatına giderken ben de atladım arabaya Asmalımescit'teki insomnia hastalığından muzdarip mizah dergisine gittim. Yolda sekreter kızla konuştum telefonda, "Bugün yoğunlar, derginin yeni sayısı için çalışıyorlar ama gelin yazılarınızı bırakın bana" dedi. 
Ve ben Ezguita, derginin olduğu binanın önüne gittim, ikamet ettikleri 3. katın ziline bastım, kapı açıldı. Merdivenlerden çıkmaya başladım ve 2. kattan geri döndüm!
Bildiğin zile basıp kaçan çocuklar gibi. Fırat'ın büyümüş, baba olmuş hali gibi. İtiraf ediyorum ben karikatüristlerden tırsıyorum; pabuç kadar dilleri var, ne dersem benimle dalga geçerler. Çünkü işleri bu; espri yapmak, malzeme olarak da o an orda duran ne varsa onu kullanmak. Tabi bunlar tamamen benim uydurmalarım. Hey Mister, acaba ben perdenin arkasında durabilir miyim?
Oysa Günah Şehri'ndeki Jessica Alba gibi girmek vardı içeri, elimdeki halatı başımın üstünde döndüre döndüre. Herkes nefesleri kesilerek beni farkettiğinde ise münasip bir nesneye oturtmalıydım kementi okkalı bir şekilde...
İşte o zaman dip düşmesi, perdenin arkasına saklanmak istenmesi gibi faaliyetler "insomnik" ve komik arkadaşların takviminde yer alırdı...
Hayal kurması bedava!
İstanbul'dan uzakta, Ege'de bir sahil kasabasında yazdığım bu 56 numerolu yazıya burada son verirken içli içli kah haykırıp kah fısıldıyorum; Umut Sarıkaya, Uğur Gürsoy, Ersin Karabulut; bi duyun sesimi gı.

(*)Vavien'deki o sahneyi tekrar izledim; cümle şöyleymiş meğerse "Yok ya, ondan değil de"

Öyle yani. http://www.59saniye.com/vavien-yok-yea-ondan-degil-de/