Wednesday, November 18, 2015

Alice Naiflikler Diyarında

Daha önce de belli belirsiz söylemiştim; ağır abimiz Heidegger'in* müstesna önermelerinden biri; "insan dünyaya öylece bırakılmıştır" sözünü. 
Bu söz bende saatte 200 km hızla giden bir motosikletin üstünde sürücüye sımsıkı sarılmış, fonda Child in Time'ın** enstrümantal bölümleri bangır gümbür çalınırken karşıdan gelen kamyona çarpıp varımız ve yoğumuzla tuz buz olmuşuz gibi bir etki yaratır. Tahribat gücü o denli yüksektir benim nazarımda. Lafın kendisi ise cami avlusuna kundaklanıp bırakılmış 3 günlük bebeyi çağrıştırır. Sanki ana rahminden roket misali dışarı fırlatılmış, bir cami, bir kilise, bir sinagogta açmışız gözlerimizi.
Henüz sadece bir metre uzağı görebilen gözlerimiz öyle büzüşüp kalmış, onların yerine avazımız çıktığı kadar ağlar gibi bağırmış, bağırır gibi ağlamışız.

Dünyaya gelmek böyle bir şey sanki. Hele de güne ağzından ateş üfleyen ejderha saldırılarıyla başladığımız bugünlerde. 
Keşke dünyayı Hayao Miyazaki*** yönetseydi.
Heidi'nin dedesinin oturduğumuz sokaktaki fırınından alsaydık ekmekleri.
Kapı komşumuzun oğlu Fırat**** olsaydı.
Güneyto ve Fırat bütün gün ellerinde cincibir***** gazozları un, dos, tres çiş kaka diye dolaşsaydı.
Kozzy Avm yerine aşağı mahalledeki yazlık sinemaya gitseydik, bir elimizde minderimiz, diğer elimizde film izlerken çiteceğimiz çiğdemimiz.
İyisi mi dünyanın bütün naifleri birleşiniz!
...

Güneyto'nun sormasını bekliyorum ama inat etti sanki, zinhar sormuyor; "Ben dünyaya nasıl geldim annecim?" 
-Atrium gezegeninden fırlatılan bir uzay gemisi yakıt ikmali için Kozyatağı yanyolda, uno copy'nin karşısıdaki akaryakıt terminaline iniş yaptı. Biz de o esnada terminalin marketinde babanla mimik dilini kullanarak kavga ediyorduk. Kendimizi öyle kaptırmışız ki Atrium'dan kalkan ve Natilius istikametine doğru gitmekte olan uzay gemisinin hareketinden nice sonra yanı başımızdaki koltukta sessizce bizi izlemekte olan seni farkettik. Anlaşılan tuvalet ihtiyacını gidermek üzere markete dalan uzay gemisi yolcularından biri unutmuştu seni. İşte dünyaya dış hatlar uçuşu yapan bir uzay gemisiyle geldin yavrucuğum.
Babanne "leylek getirdi seni mi dedi" dedin? O ne ya? Kakan bitti, hadi yürü banyoya.



*1889-1976 yılları arasında yaşamış Alman filozof.
**Rock grubu Deep Purple'ın bir şarkısı
***Japon anime yönetmeni
****Uğur Gürsoy'un çizdiği bir karikatür kahramanı
****80'lerde daha ziyade Ege Bölgesi'nde tüketilen bir gazoz markası


Tuesday, November 3, 2015

Zaman Tünelinde Yolculuk


Sevgili arkadaşlar,
Başımıza öyle bir bela aldık ki şahsen benim umudum falan kalmadı. Cahil desen değil, aptal desen değil, kafadan kontak desen değil. Vardır tabi içlerinde birtakım böyleleri. Ama çoğunluk da böyle mi? Çoğunluk* filmindeki gibi hani?
R.T. Hannibal ve fantazileri bir bir gerçek oldu. Hollywood sineması simülasyonlarını hem niteliksel hem de niceliksel açılardan gerçeğe dönüştüren en başarılı ülke sıralamasında bronz ve gümüş madalyaların ardından 1 Kasım'da altın madalyayı da alarak salondaki camlı büfeye koyduk. Deselerdi inanmazdık; bir yüce Türk ekibi zaman makinesini yapacak. Ama yaptık ve tam planlandığı gibi sofu lakaplı 3. Osman'ın tahta oturduğu 1754 senesine geri döndük.
Felaketin tam ortasındayız, ne felaket tellallığı yapması.
Can dostum Halit Ayarcı'nın pek doğru önerisi üzerine apolitik hayata geri dönüyoruz biz. Yoksa sinir hastası olmak işten değil.
Bu demek değil ki duyarsızız; aksine bağırmaktan sesimiz kısıldı, gelin yamacımıza sesimizi duyarsınız.
Zevzek zevzek konuşuyoruz evet.
Bu demek değil ki aptalız; hiç şüpheniz olmasın, herşeyin farkındayız. Aptal numarası yapmaktayız sadece.
Günü gelince bizi de gözlerini kırpmadan sivil insanları öldürmek üzere üstlerine saldığınız, size biat etmeye programlanmış robotlardan sanın ve aldanın diye...





(*)Seren Yüce'nin 2010 yapımı filmi


Tuesday, October 27, 2015

Bir Gün Okula Giderken - Bölüm 3: Paradigmanın İflası*


Sayın yolcular;
Hikayemiz "Boğaziçi matematik bölümünde okumak - İşte Hendek İşte Deve" ile başladı.
Matrix Reloaded'a benzeyen şehir ve şehirde yaşam ile devam etti. Bundan sonraki duraklarsa sırayla şunlar:

-Hepsi birer numune olan öğrenci ve öğretmenleriyle matematik bölümünün kalsa kalsa bir tık gerisinde kalan felsefe bölümü. 
-Bu bölümde okuyan 2 kız; Cansu ve Çağla. 
-Sinema klübünde onlarla tanışmam.
-İkinci karşılaşmamda oturduğum evden ayrılarak bu 2 kızla 28 dakikada yeni bir eve taşınmam.
-Kısa sürede evimizin eşi benzeri olmayan bir yaşam alanına dönüşmesi.
-İzmir'den Esra'nın gelişiyle ev nüfusunun artması.
-Hiç konuşulmadan, doğal bir akışla evde birtakım şimdi bile aklıma geldiğinde nefes almama engel olan "uçuk" kurallar oluşması.

Bir Rumelihisar Üstü Habitatı'nda mevcut paradigmanın iflası.
Yerine Pembe Flamingolar** ya da Haftasonu*** ya da Burjuvazinin Gizli Çekiciliği**** tadında bir atmosferin inşası.

Kaptırdım kendimi ve hem kendim metafor denizinde boğuldum. Hem de sizi boğdum. Yazar burada şunu demek istiyor:

Hani bazı gerçekler vardır ya ailede herkes bilir ama, asla konuşulmaz, bilinmemezlikten gelinir. Herşey açık ve net ortadadır ama 3 maymun oynanır. Kız, erkek arkadaşıyla oturuyordur misal, oğlan gaydir ya da amatem'de tedavi görmektedir vesaire. Mevcut paradigmaya terstir bütün bu "gerçekler". O buyurur ki "kız kısmısı baba evinden koca evine gitmelidir, kızoğlankız teslim edilmelidir." Ne o açık sözlülüğüm rahatsız mı etti?

O zaman bir de şunu dinleyin; Doç. Dr. Fikret Başkaya'nın bir kitabı vardır; Paradigmanın İflası. Bu kitapta resmi ideolojinin yazdığı tarihi reddeder Başkaya, tarihsel verilere dayanarak yepyeni bir gerçeklik sunar, çoğu insanın hadi ordan be diyeceği.

-Size bir bilmecem var çocuklar,
-Haydi sor sor sor
-Terörist denince akla her an onun adı gelir
-pekaka pekaka pekaka

Resmi ideoloji tekerlemesine cevap Gülgün'den gelsin:

"Terörü lanetliyorum derken başına devlet eklemeyi hala ısrarla unutmak"!

1 Kasım'da hatırlamak ümidiyle.

THE END


(*) Fikret Başkaya'nın kitabı
(**) John Waters'ın 1972 yapımı filmi
(***) Jean-Luc Godard 1967 yapımı filmi
(****) Luis Bunuel'in 1972 yapımı filmi